Henry: Bir Seri Katilin Portresi Özgün adı Henry: Portrait of a Serial Killer Yıl: 1986 Ülke: ABD Tür: Gerilim, Suç Yönetmen: John McNaughton Oyuncular: Michael Rooker, Tom Towles, Tracy Arnold IMDb: 7,1/10
Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.]
isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını
ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen
seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..
Bu bağımsız filmin yönetmeni John McNaughton
aynı zamanda filmin yapımcılarından biridir ve Richard Fire'la birlikte
senaryoyu da yazmış hatta filmin müziğine de katkıda bulunmuştur. Filmin yıldız oyuncuları yoktur, çoğunlukla az tanınmış veya tanınmamış
oyuncularla çekilmiştir. Başlıca rollerinde Michael Rooker, Tom Towles ve Tracy Arnold oynamışlardır. Michael Rooker'ın ilk sinema filmidir. Sadece adına bakıldığında ucuz bir slasher filmi izlenimi
verse de, aslında film şimdiye kadar çevrilmiş en dehşet verici seri
katil filmlerinden biridir. Öncelikle film gerçekte bir seri katil olan
ve 2001 yılında cezasını çekmekte olduğu hapishanede ölen Henry Lee Lucas'ın
soğukkanlı itiraflarına dayanmaktadır. Ayrıca diğer birçok slasher film
gibi özel efektlere fazlaca baş vurulmaz ve katilin kimliği filmin en
sonunda ortaya çıkmaz, o katil sıradan gibi gözüken gündelik
yaşantısıyla başından beri seyirciyle birliktedir.
Zaten filmi asıl
ürkütücü ve rahatsız edici yapan da bu olağanüstü gerçeklilik
duygusudur. Ayrıca film Amerika'nın yaldızlı görüntüsünün altında bir
başka Amerika daha olduğunu gösteren az sayıda gerçekçi filmlerden
biridir.
Film Henry Lee Lucas adlı bir seri katilin hayatından bir bölümü
anlatır. Hapishaneden tanıştıkları ve aynı evi paylaştıkları kendisi
gibi psikopat ve uyuşturucu bağımlısı arkadaşı Otis'le birlikte zevk
için arka arkaya işledikleri bir dizi cinayet konu edilir. Bu canavarca
cinayetleri durmaksızın işlerlerken hiçbir amaçları veya motivasyonları
yoktur.
Bu bağımsız film
$110,000 gibi düşük bir bütçeyle sadece bir ay gibi kısa bir sürede
çekilmişti. ABD derecelendirme dairesi MPAA ile bir türlü mutabakata
varılamaması nedeniyle tamamlandığı 1986 yılından 1989'a kadar gösterime
verilemedi. Ancak o tarihe kadar Chicago Uluslararası Film Festivali
başta olmak üzere birkaç festivalde gösterilebildi. İngiltere'de ise
1993 yılında gösterim izni alabilmiştir. Bu çok tartışma yaratmış film
birçok kereler yasaklanmıştır.
Bu korkunç seri katil çiftin tüylerinizi diken diken eden hikayesini 86 yılı şartlarında oldukça başarılı aktaran ve IMDb puanı 7.1/10
olan Henry: Portrait of a Serial Killer filmini, bendeniz oldukça erken
bir yaşta izlemiştim. Haliyle hiç unutamadığım filmler arasında yerini
aldı. 1998 yılında bir devam filmi yapılmıştır. Henry: Portrait of a Serial Killer, Part 2 adındaki bu film ilki kadar ses getirmedi.
FRAGMAN
Henry: Portrait of a Serial Killer - Henry: Bir Seri Katilin Portresi (Türkçe altyazılı Tek Parça Full izle)
Monster, Cani Yayın tarihi: 2004 Tür: Biyografi
, Dram
, Suç Yönetmen: Patty Jenkins Ülke: ABD Oyuncular: Charlize Theron, Christina Ricci, Bruce Dern, Scott Wilson IMDb: 7.3/10 Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.]
isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını
ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen
seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..
Bu filmden bahsetmeden önce Charlize Theron
mucizesine değinmek gerekiyor. Dünyanın en güzel kadınlarından biri
olan Charlize Theron bu film için adeta Aileen Wuornos (filmin konusunu oluşturan gerçek bir seri katil) haline
gelmiştir. Hem fiziksel olarak hem oyunculuk olarak inanılması güç bir
iş çıkarmış.
Ben ciddi bir sinema sever olarak böyle bir oyunculuğu bir tek The Doors filminde Jim
Morrison'ı canlandıran Val Kilmer'dan gördüm. Val Kilmer'da rolünü yaptığı Jim Morrison karakterine öylesine bürünmüştü ki, Morrison gibi görünüyor, görüntüsü bir yana
Morrison parçalarını kendi sesiyle söyleyebiliyor ve fark
anlaşılmıyordu, Morrison gibi alkol alıyordu ve filmden sonra 2 yıl
alkol tedavisi görmesi gerekmişti. Charlize Theron aynı şekilde rolüyle özdeşleşmiş, rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Öyle ki katilin elimizde olan gerçek resimleriyle Charlize Theron'un filmdeki görüntülerini karşılaştırdığımızda, hangisinin gerçek Aileen Wuornos olduğunu algılayamıyoruz.
Charlize Theron yarattığı bu oyunculuk mucizesiyle tabii ki hakkı olan "En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Drama, En İyi Kadın Oyuncu SAG Ödülü, Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Independent Spirit En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Broadcast Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Satellite Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini silmiş ve süpürmüştür.
Film, 1986'da halen sokaklarda fahişelik yaparak hayatta kalmaya çalışan ve sık sık şiddet gören Aileen Wuornos'ın, hayatının aşkı olacak Selby Wall'a bir barda rastlamasıyla başlıyor.
Aileenrastlantı eseri, birazda mecburiyetten girdiği lezbiyen barında tanıştığı Selby Wall'a aşık olması ile başlayan ilişki sonucu hayatını düzene koymak, fahişeliği bırakmak ister.
Ancak bu o kadar kolay olmayacaktır. Sevgilisine adeta bir erkek gibi göğüs gerip iyi yaşatmak isteyen Aileen tekrar fahişeliğe dönmek zorunda kaldığında ise cinayetlere başlayacaktır. Filmde
bir kadının seks işçisi olduktan sonra dışlanışı, topluma tekrar kabul
edilmemesi ve sokaklarda gördüğü erkek şiddetine tepki gibi doğan seri
cinayetler, çarpıcı bir dille anlatılmıştır. İzlenmesi gereken bir
filmdir.
Yıl: 2007 Ülke: Abd Yönetmen: Bruce A. Evans Senaryo: Bruce A. Evans, Raynold Gideon Türler: Gizem, Gerilim, Psikolojik Oyuncular:
Kevin Costner, Demi Moore, Dane Cook, Danielle Panabaker, William Hurt
IMDb: 7.3/10 Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.]
isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını
ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen
seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..
Sevecen ve ailesine düşkün bir yapısı olan Earl Brooks, aynı zamanda
başarılı da bir ticaret adamıdır. Dışarıdan bakıldığında oldukça düzgün
ve sıradan bir görüntü veren Brooks'un yaşamı, aslında sadece kendisinin
bildiği büyük bir karanlığa sahiptir.
İçinde ikinci bir kişilik barındıran Brooks, öldürmeye bağımlıdır. Bu
korkunç özelliğinin farkında olarak mücadele etmeye çalışırken ikinci
kişiliği Marshall, bu mücadeleleri boşa çıkarırcasına tüm varlığıyla
yerinde durmaktadır. Üstelik ölümle beslenen varoluşundan son derece
memnun, yeni planlar geliştirmektedir.
Bu arada Brooks'un kızı da okuldan eve dönmüştür ve garip davranışlar
sergilemektedir. Bir süre sonra kızın okulunda bir cinayet işlendiği
öğrenilir. Kızın işlediğine Brooks emindir. Olayın genetik temelli
olduğunu düşünür.
Bana
kalırsa film aceleci denebilecek bir senaryoyla, çok derin ve gizemli
işlenebilecek olan çift kişiliklilik temasını biraz harcamışsa da bütün
olarak baktığımızda enteresan bir seri katil filmidir. Filmde Marshall
isimli ikinci karakter çok daha gizemli işlenebilir, seyirci çok daha
çarpıcı sürprizlerle yerinden sarsılabilirdi. Buna rağmen IMDb puanı
7.4/10 olan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum..
Mr. Brooks (2007) Fragman
Mr. Brooks , Bay Brooks
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)
Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.] isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..
Filmde aileden zengin, çok iyi okullarda okumuş yakışıklı ve saplantılı şekilde kendine aşık bir Wall Street broker'ı olan Patrick Bateman'ın işlediği cinayetler anlatılır.
80'li
yılların Newyork'unu konu alan filmde, Christian Bale'in başarıyla
canlandırdığı sapık karakterin yanı sıra, filmin özünde; baş karakterin
yaşadığı çevrenin, ne kadar sapıkça ve saplantılı dengeler üzerine
kurulu olduğu da konu alınır. Amerikan rüyası denilen A plus Newyork
hayatına mensup karakterlerin, ne kadar tatmin olmaz, doymak bilmez,
ölümüne rekabetçi ve yapmacık hayat tarzları sürdükleri, hatta her
birinin adeta sapık potansiyeli olan tüketim toplumu insanları olduğu da
anlatılır.
Amerikan Sapığı (2000)
Bu
sosyal saptamalarla seyirciye "Kim gerçek sapık.? İnsanları delirten
acaba sistem mi.?" gibi sorular sormaya yönelten Amerikan Sapığı sizlere
tavsiye edebileceğim seri katil temalı filmler arasında başta
gelenlerden...
Filmdeki oyunculuk performansıyla Christian Bale "Chlotrudis Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü almış ayrıca film "Chlotrudis En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü"ne de layık görülmüştür.
Film, yerel bir güzellik yarışmasında başlıyor. Kadın başrol karakterimiz olan Anna Nigiotti, bu yarışmada güzelliğiyle herkesi etkileyerek birinci olur. Ailenin erkek olan karakterleri yani kocası ve oğlu bu durumdan çok memnun değilken, kendisine hayatı boyunca hep daha yakın olacak olan kızı ise çok mutludur.
Ancak Anna kişilik olarak biraz muzur meşrep, tabiri caizse "aşk kadını" da diyebileceğimiz bir yapıya sahip olmasından kaynaklanan ailevi problemler yaşamaktadır. Polis olan kocasının kıskançlık krizleri ve bitmeyen kavgalar sonucu Anna çocularınıda alıp evi terk eder.
Anna Nigiotti çok zeki bir kadın değildir, çok güzel bir aşk kadınıdır. Ancak, bu onun erkekler tarafından kolayca kandırılmasına sebep olur. Erkeklerin ilgisi sürekli üstündedir ve bir süre sonra çocuklarla düştüğü durumdan kurtulmak için bu ilgiyi kulanmak zorunda kalmaya başlar.
Anna'nın oğlu, yapı olarak, daha küçük olmasına rağmen herşeyin farkında, annesinin ilişkilerinden oldukca rahatsız, kız kardeşine kolkanat germeye çalışan, mutsuz fakat zeki bir çocuktur. Kız kardeşi ise daha pozitif bir kişiliğe sahiptir.
İki çocuk, içinde bulundukları bu durum yetmezmiş gibi, birde polis olan babaları tarafından kaçırılır. Artık baldızıyla ilişkide olan babalarının evine dönmek durumunda kalırlar. Teyzeleri, yani yeni anneleriyle olan hayatları ise çok daha zor olmaya başlar.
Daha sonrasında anneleri bir yolunu bulup, onları babalarının evinden kaçırmayı başarsa da, durumun vahimliği iki küçüğü derinden etkiler.
Anna'nın oğlu Bruno biraz daha büyüdüğünde, okulda annesi ile ilgili dedikodulara dayanamaz olur, bir de annesinin hamile olduğunu öğrendiğinde evi terkeder ve uzun yıllar onunla görüşmez. Küçük kız kardeşi ise erken bir evlilik yapmak zorunda kalır.
Film İtalya'nın küçük bir sahil kasabasındaki sosyal yapıyı gözlerimizin onüne sererken, bu şartlarda büyümüş mutsuz, bağımlı bir adam olan Profesör Bruno Michelucci'nin annesinin son günleriyle yüzleşmesini anlatıyor.
Yönetmen Paolo Virzì'nin ilk filmi olan yapım, aslında birazda otobiyografik özellikler taşıyor. Yönetmen ve senarist Paolo Virzì'nin filmin geçtiği Livorno kasabasında büyümüş olması ve babasının polis olması adeta bunu kanıtlar gibi. Film ismini 70'li yıllarda meşhur olmuş ve bir çok sahnede karakterlerin hepbirlikte söylediği Nicola Di Bari parçası La Prima Cosa Bella dan almakta.
Paolo Virzì kariyeri boyunca genellikle romantik komedi türünde filmler yapmış olsa da bu ilk ve en önemli filmi "La Prima Cosa Bella" için ağır bir dramdır diyebilirim. Film karakterlerinin eğlenceli hatta komik İtalyan tiplemeler olmalarına rağmen, iki çocuğun düştüğü durumlar karşısında seyircinin gülümseyecek hali bile kalmıyor açıkcası.
35-40 yıllık bir zaman dilimine yayılan filmde, 30'lu yaşlarının sonuna yaklaşmış Profesör Michelucci karakterini canlandıran Micaela Ramazzotti, daha öncelerde izlediğim, kayda değer olmayan bir kaç performansının aksine, çok başarılı bir iş çıkartmış. Film ayrıca 2010 Altın Küre ödüllerinde, baş rol oyuncusu Stefania Sandrelli'ye "En iyi Kadın Oyuncu" ödülünü getirmiş, 2011 yılı İtalya'nın Oskar adayı olmayı başarmıştır.
Imdb puanına katılmakla birlikte, tipik bir İtalyan yapımı olan "Gördüğüm En Güzel Kadın", komedi ögelerine rağmen, bana kalırsa çokca acı barındıran çarpıcı bir drama filmidir.
Dikkat: Bu yazının bir çok yerinde rahatsız edici içerikler bulunmaktadır.
“Bedenlerinden çıkan
son nefesi hissedersiniz. Gözlerine bakıyorsunuzdur. Bu durumdaki bir insan
tanrıdır.” Ted Bundy
Günümüzde en azılı seri katil olduğunu düşündüğüm sistemi, onun ayrılmaz parçası olan devletleri ve politikacıları bir yana bırakırsak, toplumun içinde kendilerini hiç farkettirmeden yaşayan seri katiller sinema
için her dönemde önemli bir ilham kaynağı olmuştur.
Sinema
seyircisi onları sever, hayatlarını merak eder, hatta bazen haklı bile bulduğu olur. Tarihte çok
popüler olmuş, fan kulüpleri olan, büyük kitlelerce desteklenmiş gerçek seri katiller dahi vardır.
İnsanlar her nedense kan görmeyi
sever. Kan ve ölüm onları bir şekilde cezbeden, meraklarını kabartan birşeydir. Her bilmedikleri
şeyde olduğu gibi, korkuyla karışık meraklarını, ölüm karşısında da sergilerler. Ölüm tıpkı
tanrı, varoluş, uzaylılar, ruhani yaratıklar ve benzerleri gibi bilinmez, ürkütücü
gizemlerle dolu bir haz denizidir.
Korkunç bir trafik kazası düşünün,
yaralılar yerlerde yatmaktadır. Bazıları ölmüş, her yer kan içindedir. Ve toplanan kalabalığı
düşünün. Yüzlerdeki ifadelerde merak ve şaşkınlıkla karışık, huzursuz bir haz vardır. Herkes
yaralıyı ya da ölüyü görmek için çaba sarfeder. Bu davranış şekli, insanların kendilerini
zavallı kazazedelerin yerine koyarak, o durumda olabilme riskiyle yüzleşmesi midir,
yoksa ölüm denilen bilinmezin ve yarattığı tuhaf cazibenin dışavurumu mudur,
bilemiyorum. Eğer cazibenin dışavurumuysa, hepimizin içinde gizli bir seri katil olması
fikrini yatsımamak gerekir.
The Silence of the Lambs (1991)
Bu yazıda birçok kaynaktan
yararlanacağız. Sık sık alıntılar yaparak, yakın tarihteki
gerçek seri katil profilleri ve onların sinemaya yansımalarıyla ilgili bilgiler
vereceğiz. Aynı zamanda hayali senaryolarla çekilmiş ve yine kendimizce iyi
olduğunu düşündüğümüz seri katil temalı birçok film tanıtıp, konuya ilgi duyanlar
için nacizane tavsiyelerde bulunacağız.
Yazımız boyunca, bize en ilginç gelen seri katil kişiliklerin hayatlarının detaylarına inceleyeceğiz. Bir yandan konusu oldukları filmleri tanıtırken bir yandan da ilham kaynağı oldukları film karakterlerini ve senaryoları öğreneceğiz.
Şüphesiz hakverirsiniz ki sinema
tarihi boyunca seri katil temalı yüzlerce film çekilmiştir ve hepsiyle ilgili
böyle bir inceleme yazısı yazacak olsak kocaman ciltli bir kitap olurdu. Bu nedenle yazımızı listelere boğmamak açısından kronolojik, filmografik bir yaklaşım gütmedik.
İncelememizin amacı kronolojik bir seri katil temalı filmler kaynağı oluşturmak değildir. Bu tarzda bir ihtiyaç için benimde yararlandığım "A’dan Z’ye Seri Katiller Ansiklopedisi" adlı kitabı tavsiye ederim.
Öncelikle, seri katil nedir? Kime denir? Hangi psikolojik problemlerden dolayı öldürür? Nasıl bir hayat sürer? gibi soruların cevaplarına kısaca yanıtlar veremeye çalışalım:
"Seri katil: anormal kişisel bozukluklar sonucu, 30 günden daha uzun bir zaman diliminde ve
arada bekleme dönemleri de olacak şekilde 3 veya daha fazla insanı öldüren
kişidir. Genellikle, öldürme sebebi seksüel içerikli bir nedene
dayanmaktadır. Kurbanlar sıklıkla aynı kurguda öldürülmekte ve benzer
özellikleri taşıyabilmektedirler. (örneğin mesleki, görünüş, cinsiyet veya yaş
grubu gibi)"
Ağır basan
psikiyatrik tanı psikopatidir. Bu, antisosyal kişilik bozukluğu ile ilintili
olarak, kişinin kişisel fonksiyon bozukluğundan dolayı ortaya çıkmaktadır.
Bunun paralelinde gelişen pedofili, nekrofili, zoofili, ensest, kanibalism (yamyamlık), ceset tahribatı gibi
hastalıklı eğilimlere sahiptirler.
Çoğunluğu yüksek iq değerlerine sahip olan
katillerin çocukluktaki ortak özellikleri ise Macdonald üçlemesi de denen
hayvanlara eziyet, ateş yakma takıntısı ve 5 yaş sonrasında dahi süregelen sürekli yatağı
ıslatma durumudur.
Seri katillerin ortak özelliklerine daha detaylı bakarsak: 1. %90’ı beyaz erkeklerden oluşuyor. 2. Zekidirler. IQ’ları normalin üstündedir. 3.
Yüksek IQ'lu olmalarına rağmen okullarında başarılı değillerdir, uzun
süreli bir işte çalışamazlar ve çoğunlukla vasıfsız işçi olarak
çalışırlar. 4. Dengesiz ailelerden gelirler. Tipik olarak babaları
çocukken onları terk etmişlerdir ve otoriter anne tarafından
büyütülmüşlerdir. 5. Ailelerin geçmişinde suçlular psikolojik sorunları olanlar ve alkol bağımlıları vardır. 6. Babalarından ve annelerinden nefret ederler. 7. Genelde çocukken fiziksel, psikolojik ve cinsel tacize maruz kalırlar. 8. Birçoğu çocukluğunu bazı devlet kurumlarında geçirmiştir ve erken yaşlarda psikiyatrik sorunlar göstermeye başlamışlardır. 9. Küçük yaşlardan itibaren fetişizm, röntgencilik ve sadomazoşist pornografyaya ilgi duyarlar.
Ortak özelliklerine bakarak üstün körü algılamaya çalıştığımız bu kişilerin zaman içinde söyledikleri bazı çarpıcı sözler ve itiraflar, bizlere psikolojileri ve zeka yapıları hakkında oldukca önemli ipuçları vermektedir. Burada bunlardan birkaçına gözatalım isterim.
Çarpıcı seri katil sözleri:
"Her insanın kendi zevkleri vardır. Benimkide cesetler." Henry Blot
"Sokakta yürüyen güzel bir kız gördüğünde ne düşünürsün?
Bir tarafım onunla flört etmeyi, onunla iyi vakit geçirmeyi,
diğer tarafım ise kazığa geçirilmiş kafasının nasıl duracağını düşünür." Edmund Kemper
"Bir insanın ölüm ve yaşamına karar verebilme gücünden daha büyük ne olabilir ki?"" Ted Bundy
"Bana yukarıdan bakarsanız aptalın tekini görürsünüz.
Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz.
Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz." Charles Manson
"Acele et. Sen etrafta ahmakça dolaşırken, ben bir düzine adamı asardım."
(idamı sırasında infaz memuruna söylediği son sözleri) Carl Panzram
"Onları incitmek istemedim. Onları sadece öldürmek istedim." David Berkowitz
"Ben hasta bir insanım bunu biliyorum. Normal biri benim yaptıklarımı
nasıl yapabilir? Sanki içimde başka biri var gibiydi." Albert de Salvo
"İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum." Susan Atkins
"Ben kimseyi öldürmedim, kimseyi öldürtmedim, bıçaklarıyla üzerinize
gelen çocuklar, onlar sizin çocuklarınız, onlara ben öğretmedim. Siz
öğrettiniz." Charles Manson
"Bana kadın düşmanı olarak hitap etmeniz beni derinden yaralıyor.
Değilim, ben bir canavarım. Ben Sam’ın oğluyum. Ben küçük yaramaz bir çocuğum." David Berkowitz
"Fahişeleri öldürmek bende saplantı olmuştu. Kendimi durduramıyordum.
Uyuşturucu gibiydi." Peter Sutcliffe
"Ben sadece sokakları temizliyordum." Peter Sutcliffe
"Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum." Ted Bundy Görüldüğü gibi içlride bulunduklaru psikolojik durumlar bizleri sarsacak derecede hastalıklıdı. Ancak yatsınamaz olan başka bir gerçek, bu hastalıklı kişilerin birçoğunun olağan üstü zeka seviyelerine sahip olmalarıdır.
Zeka, hatta deha
sahibi oldukları söylenen seri katillerden bahsetmişken, bunu hemen bir örnekle
açalım ve tarihin en ünlü seri katillerinden birini daha yakından inceleyelim:
CHARLES MANSON
“Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan
bakarsanız, tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşımdan bakarsanız,
kendinizi görürsünüz”
Annesi 16 yaşında bir hayat kadınıyken doğan Charles Manson, çocuk yaşlarda
annesinin cezaevine girmesi nedeniyle hırsızlık yaparak geçinmeye, sokaklarda
yaşamaya başladı. 18 yaşında kendisi de tutuklandı. Cezaevinde bıçak tehdidiyle
bir koğuş arkadaşına tecavüz etti. 1954 yılında şartlı tahliye ile serbest
kaldı. Sahte çek vermek, kadın satıcılığı, uyuşturucu vb. suçlar nedeniyle
defalarca hapse girip çıktı.
1967 yılında son kez tahliye olduktan sonra,
etrafına topladığı kişilerle bir "aile" oluşturarak Los Angeles'ta
bir çiftliğe yerleşti. Bu çiftlikte geliştirdiği "teorilerle"
yönlendirdiği müritlerinden beş kişi, Roman Polanski'nin hamile eşi Sharon Tate, Abigail Folger, Polonyalı oyuncu Wojciech Frykowski, erkek kuaförü Jay Sebring, ve lise mezunu bir genç Steven
Parent'i Los Angeles, Kaliforniya'da vahşice öldürdüler.
Ertesi gece bu kez Manson'un da katıldığı grup, Labianca çiftini aynı
şekilde öldürüp parçaladı. Taraftarı olan bir kadının, farklı bir suçla
tutuklandığında, işledikleri cinayetleri övünerek anlatması sonucunda Manson ve
dört arkadaşı tutuklandı. İdama mahkûm edilmelerine rağmen Kaliforniya yüksek
mahkemesince idam cezasının kaldırılmasıyla, cezaları ömür boyu hapis şekline
dönüştürüldü.
Toplam cinayetlerinin sayısı belirlenemeyen Manson ve grubunun 35
ölümden sorumlu olduğu sanılır. Charles Manson ABD'de nefret edildiği kadar,
kendisini seven, serbest bırakılmasını isteyen çeşitli fan kulüpler oluşturup
kampanyalar düzenleyen bir hayran kitlesine de sahiptir.
The Manson Family (2003) filminden..
Milyonlarca gencin
hayranı olduğu Axl Rose (Guns N' Roses), bir Manson hayranıdır ve Spaghetti
Incident albümünde şiirini kullanmıştır. Bu yüzden mahkemelerde süründürülmüş
kurbanların ailelerine tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Türkiye
konserinde üzerinde Manson T-Shirtleriyle de gezindiği gözden kaçmamıştır.
Ayrıca Marilyn Manson, Charles Manson’a olan büyük hayranlığından dolayı Manson
soyadını aldığını söylemiştir.
Görüldüğü gibi Manson sahip olduğu deha sayılabilecek zeka
seviyesi sayesinde, hastalıklı görüşlerini adeta din ya da ideolojik bir hayat
yaklaşımı, hatta sistem karşıtı bir sosyal yaşam alternatifi haline getirerek
insanlara empoze etmeyi başarmıştır.
Helter Skelter (2004)
Manson hakkında tavsiye edebileceğim çok fazla kaydadeğer
film olmasa da, diğerine göre vasat bulduğum bir film olan 2003 yapımı The Manson Family ve ondan çok
daha kaliteli olan 2004 yapımı TV projesi olan Helter Skelter bahsetmem gereken iki filmdir. Helter Skelter filmi, suç ve dram özelliğiyle Charles Manson ve ailesinin cinayetlerini
ve dönemin 68 olaylarının Amerikan toplumundaki yansımalarını konu
eder. Helter Skelter’ in orjinali 1976 yılında çevrilmiştir. Ancak bu versiyon, hem 76 yapımı olan ilk film, hemde The Manson Family filmini gözönünde bulundurduğumuzda konuyla ilgili en başarılı yapımdır.
Helter Skelter (TV 2004) Fragman
Zeki katillerden devam edelim dersek, tabii ki aklımıza ilk gelmesi gereken isimlerden biri Ted Bundy olmalıdır. Zekasını kullanan, yakışıklı bir avukat olan Bundy, adeta Amerikan polisi ve hapisanelerini küçük düşürmek istercesine, defalarca polisin elinden kurtulmuş, hatta hapisaneden dahi kaçmayı başarmıştır.
Haydi gelin şimdi bu komplike karakteri ve hakkındaki filmleri şöyle bir inceleyelim:
TED BUNDY
“Yaşama ve ölüme hükmetmek istiyorum.”
Tam adı: Theodore Robert Bundy (24 Kasım 1946 - 24 Ocak 1989) ABD'li seri katil ve tecavüzcüdür.
1974 - 1978 yılları arasında, ABD'nin çeşitli yerlerinde çok sayıda
genç kadını öldürmüştür. Kurbanlarının kesin sayısı bilinmeyen Bundy, on
yılı aşkın inkâr süreci sonunda, otuzdan fazla cinayet işlediğini
itiraf etmiştir.
Bundy, sıklıkla Amerikan seri katillerinin öncül örneği
olarak kabul edilir. Gerçekten de seri katil terimi ilk defa onu tanımlamak için ortaya atılmıştır. Bundy'nin bir sosyopat olduğu düşünülmektedir. İşlediği vahşi cinayetlere
rağmen eğitimli (Yale' den hukuk ve psikoloji diplomasına sahiptir), yakışıklı ve kibar bir genç adam olarak tanımlanır.
Kurbanlarını genelde sopayla döverek, bazen de boğarak öldürmüştür.
Kurbanlarının çoğuna tecavüz ettiğine ve ayrıca, öldürdükten sonra da
tecavüz edip, bedenlerini kestiğine inanılmaktadır.
24 Kasım 1946'da Burlington, Vermont'ta
dünyaya geldi. Annesi Eleanor Louise Cowell, genç bir tezgâhtardı.
Babasının kimliği resmî olarak bilinmiyor.
Bundy hayatının ilk dokuz
yılını annesi ve dedesiyle Philadelphia'da
geçirdi. Bazı aile fertlerine göre ruh sağlığı bozuktu ve şiddete
eğilimliydi. Eleanor'un ailesi, gayri meşru bir çocuğun getireceği
sosyal baskıdan kurtulmak için komşularına Ted'i evlat edindiklerini ve
Eleanor'un kardeşi olduğunu söylüyorlardı. Bazı kaynaklara göre Bundy de
çocukluk ve hatta ergenlik yıllarında böyle sanıyordu. Bundy ve annesi Eleanor, Washington'a
bir kuzenlerinin yanına taşındı. Eleanor kısa süre sonra bir kilisenin
sosyal organizasyonunda tanıştığı hastane aşçısı Johnny Culpepper Bundy
ile evlendi. Ted Bundy, Wilson High School`dayken iyi bir öğrenciydi ve yerel bir Metodist kilisede aktif olarak çalışıyordu. Daha sonra The Only Living Witness kitabının yazarları Stephen Michaud ve Hugh Aynesworth'a söylediğine göre insanlarla nasıl iyi geçinilebileceği konusunda hiçbir fikri yoktu:
"İnsanların
neden birbirleriyle arkadaş olmak istediğini bilmiyorum, bir insanı
diğeri için çekici kılan şey nedir bilmiyorum, sosyal etkileşimi ne
sağlar bilmiyorum."
Bundy lise yıllarında utangaç ve içine kapanık bir çocuk olarak kaldı. Liseyi bitirmeden önce hırsızlık, hilecilik, röntgencilik
gibi ufak suçlar işlemeye başladı. Bu dönemi daha sonra "seks ve şiddet
görüntülerine" hayran olduğu bir dönem olarak tanımlamış ve bunu kendi
"özü" olarak saklamıştır.
Zamanla arkadaşları ve akrabaları Bundy'yi
yakışıklı genç bir adam olarak tanımaya başlar. Washington'da Cumhuriyetçi Parti için çalışır. Seattle intihar kriz merkezinde gönüllü olarak çalışmaya başlar, yanındaki iş arkadaşı da henüz acemi bir suç muhabiri olan Ann Rule'dur. Ann, ironik olarak, henüz cinayetler aydınlanmamışken aslında arkadaşı olan katil hakkında haberler vermekteydi. Ann Rule, Ted Bundy hakkında yazdığı The Stranger Beside Me isimli kitabında Ted'in Stephanie Brooks'la
(gerçek isim değildir) ciddi bir ilişkisi olduğunu, daha sonra kadının
ilişkiyi Bundy'deki tutku eksikliğinden ve olgunlaşmadığından dolayı
bitirdiğini söyler. Çift iki yıl ayrı kaldıktan sonra Bundy kadının
hayatına bir kez daha girerek evlenme teklif etti. Stephanie kabul etti,
fakat evlenme teklifinden iki gün sonra Bundy kadını terk etti.
Bu son
ayrılıktan kısa süre sonra üç yıl sürecek olan cinayet sürecine girdi. Rule, Stephanie'nin Bundy'nin öldüreceği kadınlar için bir model olduğunu söyler: Siyah saçları ortadan ayrılmış, genç, beyaz kadınlar.
Ann Rule ve eski dedektif Robert D. Keppel'e göre Bundy ilk cinayetini ergenlik yıllarında işlemişti. Tacomalı 8 yaşında bir kızın yok olması olayı. Bundy o yıllarda henüz 15 yaşındaydı. Kayıtlara geçen ilk cinayetini ise 1974 yılında 27 yaşındayken işledi.
4 Ocak 1974'te
gece yarısından kısa süre sonra Washington Üniversitesi öğrencisi 18
yaşındaki Joni Lenz'in bodrum katındaki yatak odasına kilitlenmemiş
pencereden girdi. Uyuyan kızı levyeyle ağır biçimde dövdü. Daha sonra
çelik değnekle cinsel saldırıda bulundu. Ertesi gün yatağında kanlar
içinde yatarken bulunan Lenz ölmedi, fakat kalıcı beyin hasarı oluştu. Sonraki kurbanı Washington Üniversitesi son sınıf öğrencisi Lynda Ann Healy oldu. 31 Ocak 1974
tarihinde Bundy, Healy'nin odasına girdi. Kızı tekmeleyerek
bayılttıktan sonra kot ve bluz giydirdi, bir çarşafa sardıktan sonra
taşıdı. Healy'nin kalıntıları bir yıl sonra doğu Seattle dağlarında bulundu. Kabul edilen ilk cinayeti budur. 1974`ün Ocak ve Haziran
ayları arasında Washington bölgesinde en az sekiz genç kadını daha
takip edip öldürdü. Çekici olmasının yanı sıra ufak değişikliklerle
görünüşünü ciddi biçimde değiştirebiliyordu, bu özelliğinden dolayı
zaman zaman bukalemun olarak anılmıştır. 1974 sonbaharında Hukuk Fakültesine başvurmak için Salt Lake City'ye gitti, cinayetlerine orada devam etti. Ekim ayında 17 yaşındaki Melissa Smith'e tecavüz etti ve boğdu. Ceset dokuz gün sonra bulundu. Bir başka kurban gene 17 yaşındaki Laura Aime oldu. Aime, 31 Ekim akşamı Cadılar Bayramı kutlamaları sırasında kayboldu, yaklaşık bir ay sonra ırmak kenarında bulundu.
Utah'ta 8 Kasım 1974 tarihinde Murray'daki bir alışveriş merkezinden çıkan Carol DaRonch'a
polis kılığında yaklaşan Bundy, arabasının zorlandığını ve bir şeyin
kayıp olup olmadığına bakması gerektiğini söyledi. Carol arabasını
kontrol etti ve bir sorun olmadığını söyledi fakat sözde polis Bundy,
karakola gelip rapor çıkarmasında yardımcı olması gerektiğini söyledi.
Carol, Bundy'nin Volkswagen Beetle
arabasına bindi, fakat hemen sonra bir kuşkuya kapılarak kendini
arabadan attı, polise giderek Bundy'nin ve arabanın eşgalini verdi. 16 Ağustos 1975'te VW Beetle marka araba bulundu ve Bundy yakalandı. Carol, Bundy'yi teşhis etmekte zorlanmadı ve 1 Mart 1976'da,
DaRonch`u kaçırmaktan suçlu bulunan Bundy 15 yıl hapis cezası aldı.
Dedektifler, seri cinayetler hakkında Bundy'den kuşkulanıyorlardı, fakat
henüz ortada bir delil yoktu.
Mahkeme Yılları
7 Haziran 1977'de cinayet davası için Pitkin County, Colorado'ya
nakledildi. Dava arasında kütüphaneyi görmesine izin verildiği zaman
ikinci katın penceresinden atlayarak kaçtı. Bu düşüş Bundy'nin iki ayak
bileğine de zarar verdi, bu yüzden fazla uzaklaşamadı ve bir hafta sonra
yakalandı. Hapiste duruşmayı beklerken tekrar kaçtı. Bulduğu bir demir
testere ile hücresinde büyük bir delik açarak 30 Ekim 1977'de kaçmayı başardı, bir araba çalarak yola koyuldu.
Kaçtığı gece, hapishane ziyaretleri sırasında arkadaşlarından aldığı 500 dolarla Chicago'ya tek gidişlik bilet aldı. Daha sonra bulduğu bir trenle Michigan'a gitti ve burada bir araba çaldı. Arabayı Atlanta'da terk ederek Tallahassee, Florida'ya giden bir otobüse bindi. Ocak 1978'de uyuyan iki kadını sopayla döverek öldürdü, iki kızı da ciddi biçimde yaraladı. 9 Şubat 1978'de Lake City Florida'ya gitti. 12 yaşındaki Kimberly Leach'i kaçırarak öldürdü. Kimberly onun son kurbanı oldu. 15 Şubat'ta Pensacola, Florida'ya giderken polis tarafından arabası durduruldu. Kullandığı VW'nun çalıntı olduğu anlaşıldı ve Bundy tutuklandı. Kısa sürede kim olduğu anlaşılarak Miami'ye gönderildi. İkinci defa başlayan dava süreci 25 Haziran 1979'dan 29 Temmuz'a kadar sürdü. Savunma avukatları verilmesine rağmen Bundy savunmasını kendisi yaptı. Suçlu bulunduktan sonra hakim Edward Cowart
tarafından ölüme mahkûm edildi. Duruşmalar sürerken Carole Ann Boone
ile mahkeme salonunda evlendi. Duruşma ve hapis boyunca yüzlerce kadın
hayranından mektup aldı.
Bundy idam kararına tepki gösteriyor.
Yargıç Edward Cowart idam kararını açıklarken şunları söyledi:
"İdamınıza karar verilmiştir, ölene kadar vücudunuza mevcut
sistemle elektrik verilecektir. Genç adam, kendinize iyi bakın. Bunu
samimi olarak söylüyorum, kendinize iyi bakın. Şu anda yaşadığımız gibi,
bu mahkeme salonunda insanlığın tamamiyle heba edildiğine tanık olmak
bu salondakiler için trajedidir. Zeki, genç bir adamsınız. İyi bir
avukat olabilirdiniz, arkamda çalıştığınızı görmek beni mutlu ederdi,
fakat ortak, yanlış yoldan gittiniz. Kendinize iyi bakın. Size karşı
düşmanlık beslemiyorum, bunu bilmenizi isterim. Kendinize iyi bakın."
Ekim 1982'de karısı Boone bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Fakat Boone daha sonra boşandı, kızının ve kendisinin soyadını değiştirdi. Yıllar içinde Bundy, Florida Devlet Hapishanesi'nde ölüm sırasını bekledi. Sık sık FBI
ajanlarının ziyaretine uğradı. Özel ajan Hagmaier'e birçok itirafta
bulundu, daha sonra onu en iyi arkadaşı olarak tanımlayacaktı. Birçok
cinayeti anlattı, onlarca faili meçhul cinayetin çözülmesinde yardımcı
oldu. 1984 yılında dedektif Robert Keppel, Bundy'ye Green River katili araştırmasında yardımcı olması teklifinde bulundu. Keppel ve diğer dedektif Dave Reichert
Bundy ile çeşitli görüşmeler yaptı. Keppel ve Dave bu görüşmelerin işe
yaradığını, çözülemeyen cinayetlerin detaylarını Bundy'den
öğrendiklerini söylediler.
İdam edilmeden bir gün önce, Dr. James Dobson'la (Hıristiyan bir kurum olan Focus on the Family'nin başkanı), Bundy ile televizyon röportajı yaptı. Bundy, şiddet içerikli pornografi tüketiminin kendisindeki şiddetin şekil ve tarzını
belirlemeye yardımcı olduğunu, böylece 'tanımlanamayacak kadar korkunç
bir davranışa' yönlendirdiğini iddia etti. İdam
Aynı zamanda medyadaki
şiddetin, 'özellikle sekse bulandırılmış şiddetin', gençleri 'yeni Ted
Bundy`ler yaratmaya ittiğini' söyledi. Hagmair'e göre Bundy son
günlerinde intiharı düşündü fakat bundan vazgeçti. İdam günü sabahı biftek, tavada yumurta ve patates yedi, kahve içti. Gardiyanlardan alınan bilgiye göre, hazırlık için hücresinden zorla çıkarıldı. 23 Ocak 1989 günü, saat 7:06'da Bundy elektrikli sandalyede
Kimberly Leach cinayetinden idam edildi. Son sözleri, "aileme ve
arkadaşlarıma sevgilerimi iletmenizi istiyorum." oldu. 2.000 volt
elektrik vücudunda iki dakikadan kısa bir süre gezdi. 7:16'da öldüğü
açıklandı. Ted Bundy (2002)
Çoğu seri katilde olduğu gibi farklı ve zor bir gençlik geçirmiş bu adamın hayatı, cinayetleri, kaçış öyküleri ve idama giden yolda geçirdiği hukuki süreç senaryolaştırmak için o denli uygundur ki hakkında birçok film olduğu gibi birçok seri katil temalı filminde esin kaynağıdır.
Ted Bundy (2002) filminden
Sırasıyla Ted Bundy (2002), The Stranger Beside Me(2003), Keppel(2004), "Bundy: An American Icon (2008) sayabiliriz.. Aralarından sivrilen ve sizlere tavsiye edebileceğim film 2002 yapımı Ted Bundy.
Film kendi içinde çok matah bir film olmasa da bir biyografi filmi olarak konuya sadık ve Bundy'nin yakalanma sürecine kadar olan hayatının detaylarını ve tabii ki cinayetlerini gözler önüne seren salt Ted Bundy içerikli en iyi yapım bence.
Ted Bundy (2002) Fragman
Salt Ted Bundy içerikli filmler dışında aslında bakmamız gereken Bundy'nin sinemada yaptığı çağrışımlar olmalı.
Örneğin; Thomas Harris'in romanı Kuzuların Sessizliği'ndeki Buffalo Bill
karakterinde Bundy`den de bir parça vardır. Bundy gibi Bill'de kolundan
yaralı taklidi yaparak öldürmeyi düşündüğü kadınlara yaklaşmaktadır.
Ayrıca Hannibal Lecter'in hücrede yaptığı görüşmelerinde Bundy'nin Keppel ile yaptığı görüşmelerden esinlendiği söylenilmektedir.
Prison Break'te Theodore Bagwell karakteri Ted Bundy'den (Theodore Bundy) ilham alınarak yaratılmıştır. The Following isimli televizyon dizisinde Joe Carrol isimli karakter Ted Bundy'den esinlenmiştir.
Ancak bana kalırsa hepsinden önemlisi, çok başarılı bir yapıt olduğunu düşündüğüm, 2000 yapımı Amerikan Sapığı (American Psycho) filminde Christian Bale'nin canlandırdığı Patrick Bateman karakterinin Bundy ile ciddi ortak yanlar taşımasıdır.
Amerikan Sapığı (2000)
Yapım: ABD
Yıl: 2000
Yönetmen: Mary Harron
Oyuncular:
Christian Bale, Willem Dafoe, Jared Leto
Tür: Gerilim
,
Dram
,
Korku
IMDb: 7.6 / 10
Filmde aileden zengin, çok iyi okullarda okumuş yakışıklı ve saplantılı şekilde kendine aşık bir Wall Street broker'ı olan Patrick Bateman'ın işlediği cinayetler anlatılır.
80'li yılların Newyork'unu konu alan filmde, Christian Bale'in başarıyla canlandırdığı sapık karakterin yanı sıra, filmin özünde; baş karakterin yaşadığı çevrenin, ne kadar sapıkça ve saplantılı dengeler üzerine kurulu olduğu da konu alınır. Amerikan rüyası denilen A plus Newyork hayatına mensup karakterlerin, ne kadar tatmin olmaz, doymak bilmez, ölümüne rekabetçi ve yapmacık hayat tarzları sürdükleri, hatta her birinin adeta sapık potansiyeli olan tüketim toplumu insanları olduğu da anlatılır.
Amerikan Sapığı (2000)
Bu sosyal saptamalarla seyirciye "Kim gerçek sapık.? İnsanları delirten acaba sistem mi.?" gibi sorular sormaya yönelten Amerikan Sapığı sizlere tavsiye edebileceğim seri katil temalı filmler arasında başta gelenlerden...
Filmdeki oyunculuk performansıyla Christian Bale "Chlotrudis Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü almış ayrıca film "Chlotrudis En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü"ne de layık görülmüştür.
Amerikan Sapığı (2000) Fragman
Temiz yüzlü, başarılı, normal hatta özenilen hayatlara sahip seri katillerden bahsetmekte olduğumuzu fırsat bilerek, araya bir film daha tanıtmak isterim; Mr. Brooks...Kevin Costner, William Hurt ve Demi Moore gibi güçlü isimlerden oluşan bir kadroya sahip olan film, Bruce A. Evans tarafından yönetilmiş. Mr. Brooks (2007)
Sevecen ve ailesine düşkün bir yapısı olan Earl Brooks, aynı zamanda
başarılı da bir ticaret adamıdır. Dışarıdan bakıldığında oldukça düzgün
ve sıradan bir görüntü veren Brooks'un yaşamı, aslında sadece kendisinin
bildiği büyük bir karanlığa sahiptir.
İçinde ikinci bir kişilik barındıran Brooks, öldürmeye bağımlıdır. Bu
korkunç özelliğinin farkında olarak mücadele etmeye çalışırken ikinci
kişiliği Marshall, bu mücadeleleri boşa çıkarırcasına tüm varlığıyla
yerinde durmaktadır. Üstelik ölümle beslenen varoluşundan son derece
memnun, yeni planlar geliştirmektedir.
Mr. Brooks (2007) Brooks ve ikinci kişiliği Marshall
Bu arada Brooks'un kızı da okuldan eve dönmüştür ve garip davranışlar
sergilemektedir. Bir süre sonra kızın okulunda bir cinayet işlendiği
öğrenilir. Kızın işlediğine Brooks emindir. Olayın genetik temelli
olduğunu düşünür. Bana kalırsa film aceleci denebilecek bir senaryoyla, çok derin ve gizemli işlenebilecek olan çift kişiliklilik temasını biraz harcamışsa da bütün olarak baktığımızda enteresan bir seri katil filmidir. Filmde Marshall isimli ikinci karakter çok daha gizemli işlenebilir, seyirci çok daha çarpıcı sürprizlerle yerinden sarsılabilirdi. Buna rağmen IMDb puanı 7.4/ 10 olan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.. Mr. Brooks (2007) Fragman
Arada birisi dolaylı yoldan Ted Bundy'le ilgili, birisi ilgisiz iki film tanıttıktan sonra artık seri katillerimiz ve ilginç hayatlarına dönelim tekrar. Bu yazıda çok sık rastlayamayacağımız türden bir seri katil ve onunla ilgili çok ciddi çekilmiş, muhteşem bir film tanıtacağım. Bu sefer ki seri katilimizin az rastlanır olmasının nedeni "kadın" olması. 2002 yılında Florida Eyalet Cezaevinde hayatını kaybeden Aileen Carol Wuornos.
AILEEN CAROL WUORNOS
"Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları" ABD'nin en ünlü kadın seri katillerinden biri olarak görülen eşcinsel, hayat kadını. 1989-1990
yılları arasında cinsel ilişkiye girdiği bazı kişileri öldürdüğü, ve
cesetlerini ormanda sakladığı ortaya çıkmıştır. 7 kişiyi öldürdüğü iddia
edilse de, iki kişinin cesedi bulunamamış ve 5 kişiyi öldürmekten
yargılanmıştır.
Çoğu kişiye göre Amerika’nın
ilk kadın seri katili çoğu kimseye göre de yalnızca şiddet gördüğü için
vahşileşen bir kurbandır. Kişilik gelişiminde "Nurture" çıkmazının
etkisi söz konusu olduğunda, bariz bir biçimde "nurture" yani
yetiştirilme şartlarının olağan dışılığını ispatlayacak bir hayatı
olmuştur Aileen Wuornos'un.
Anne babası o doğmadan önce boşanır. Babası daha sonra çocuk tacizinden
suçlu bulunur ve hapishanede kendini asar. Aileen henüz altı aylıkken
annesi bir not bırakıp çeker gider. Büyükannesi ve büyükbabası bakımını
üstlenir. Ancak on üç yasındayken tecavüze uğrar, gayri meşru bir çocuk
dünyaya getirdiği için o evden de kovulur.
Hayatta kalmak için hurda bir
arabada barınır, para için fahişeliğe baslar, uyuşturucuya alışır, çoğu
zaman da ortalıkta sarhoş olarak gezer. Yine de yirmi yaşındayken
yetmiş yaşında bir adamla evlenmeyi başarır ama kocasını bastonla
dövdüğü için evliliği sadece bir ay sürer.
Monster (2003) Charlize Theron
Nihayet 1986
yılında hayatının aşkı Selby Wall adında bir lezbiyenle karşılaşır.
Dört sene beraber yaşarlar. Ancak Wuornos'a en son darbeyi de sevgilisi
vurur ve yakalandıktan sonra aleyhine tanıklık eder.
Mahkeme kararıyla Aralık 1989 ve Kasım 1990 arasında toplam 5 kişiyi öldürmekten suçlu bulunur ve ölüme mahkûm edilir.
Önceleri öldürdüğü insanların kendisine saldırdığını öne süren
Wuornos, idamdan hemen önce ise "Yaptığım herşeyin altında korkunç bir
öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam
yine cinayet işlerim." diyerek suçunu itiraf etti.
Aileen Wuornos hakkında
çekilmiş tek bir filmden bahsedeceğim. 2003 yılı yapımı Monster (Cani)
hakikaten bu inceleme yazısında tanıtmış olduğum ve tanıtacağım bir çok
film arasında başta gelenlerden. Bu seri katil ilginizi çektiyse siz yinede diğer iki kayda değer yapım olan; Aileen: The Life and Death of a Serial Killer Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer yapımlarına gözatabilirsiniz. Monster (2003)
Yayın tarihi: 30 Ocak 2004 Yönetmen: Patty Jenkins Ülke: ABD Oyuncular: Charlize Theron, Christina Ricci, Bruce Dern, Scott Wilson IMDb: 7.3 / 10
Bu filmden bahsetmeden önce Charlize Theron mucizesine değinmek gerekiyor. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Charlize Theron bu film için adeta Aileen Wuornos haline gelmiştir. Hem fiziksel olarak hem oyunculuk olarak inanılması güç bir iş çıkarmış.
Ben ciddi bir sinema sever olarak böyle bir oyunculuğu bir tek The Doors filminde Jim
Morrison'ı canlandıran Val Kilmer'dan gördüm.
Val Kilmer'da rolünü yaptığı Jim Morrison karakterine öylesine bürünmüştü ki, Morrison gibi görünüyor, görüntüsü bir yana Morrison parçalarını kendi sesiyle söyleyebiliyor ve fark anlaşılmıyordu, Morrison gibi alkol alıyordu ve filmden sonra 2 yıl alkol tedavisi görmesi gerekmişti. Charlize Theron aynı şekilde rolüyle özdeşleşmiş, rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Adeta katilin elimizde olan gerçek resimleriyle Charlize Theron'un filmdeki görüntülerini karşılaştırdığımızda, hangisinin gerçek Aileen Wuornos olduğunu algılayamıyoruz.
Charlize Theron yarattığı bu oyunculuk mucizesiyle tabii ki hakkı olan "En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Drama, En İyi Kadın Oyuncu SAG Ödülü, Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Independent Spirit En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Broadcast Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Satellite Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini silmiş ve süpürmüştür.
Monster (2003) Aileen ve Selby
Film, 1986'da halen sokaklarda fahişelik yaparak hayatta kalmaya çalışan ve sık sık şiddet gören Aileen Wuornos'ın, hayatının aşkı olacak Selby Wall'a bir barda rastlamasıyla başlıyor.
Aileen rastlantı eseri, birazda mecburiyetten girdiği lezbiyen barında tanıştığı Selby Wall'a aşık olması ile başlayan ilişki sonucu hayatını düzene koymak, fahişeliği bırakmak ister.
Ancak bu o kadar kolay olmayacaktır. Sevgilisine adeta bir erkek gibi göğüs gerip iyi yaşatmak isteyen Aileen tekrar fahişeliğe dönmek zorunda kaldığında ise cinayetlere başlayacaktır. Filmde bir kadının seks işçisi olduktan sonra dışlanışı, topluma tekrar kabul edilmemesi ve sokaklarda gördüğü erkek şiddetine tepki gibi doğan seri cinayetler, çarpıcı bir dille anlatılmıştır. İzlenmesi gereken bir filmdir. Monster (2003) Fragman
Bu az bulunan kadın seri katil profilinden, geçelim dünyanın en çok konuşulan ve en çok filmi yapılan seri katili Karındeşen Jack'e (Jack the Ripper).
Elimizde Jack The Ripper'ın herhangi bir fotosu yok. Çünkü muhteşem zekası sayesinde asla yakalanmadı. Aslında cinayetleri o mu işledi yoksa işlenen bir çok vahşi cinayet onun efsanesinin üzerinemi kaldı, bunu bile tam olarak bilemiyoruz. Elimizdeki kesinleşmiş birkaç kurbanın resimleriyle idare ederek kendisini daha yakından incelemeye başlayalım.
Kurbanlarından Elizabeth Stride
“Tarihe bakıldığında 20.yüzyılı benim başlattığım görülecektir.” Jack the Ripper
Karındeşen Jack, 1888 yılının ikinci yarısında İngiltere’nin başkenti
Londra’nın varoş semti Whitechapel’da faaliyet göstermiş seri katile
(veya katillere) verilmiş isim. Katile Jack ismi, Merkezi Haberalma
Örgütü’ne katil olduğunu iddia eden bir kişi tarafından gönderilmiş
mektuba binaen verilmiştir. Bu mektup cinayetlerin işlendiği dönemde
basılarak yayınlanmıştır.
Tamamı hayat kadını olan kurbanlardan beşinin aynı kişi veya
kişilerce öldürüldüğü kesinleşmiştir. Ancak Karındeşen Jack’e maledilmiş
yaklaşık 20 cinayet vardır. Cinayet dosyası cinayetlerden iki sene
sonra kapatılmıştır. Ancak günümüz İngiliz dedektifleri ve bilim
adamları, modern teknolojinin de yardımıyla halen cinayetleri
aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Günümüze kadar ulaşmış tek fiziki kanıt,
kurbanlardan birine ait olduğu iddia edilen şaldır.
Kurbanlardan Mary Jeanette Kelly
Karındeşen Jack’in yöntemleri vahşiceydi. Kurbanlarını önce boğazlayarak
etkisiz hale getiriyor daha sonra da boğazlarını kulaklarına kadar
kesiyordu. Ufak tefek değişikliklerle beraber kurbanların tamamına
yakınının karnı ve cinsel organları deşilmiş, bazı organları çalınmış,
bazen de burun ve/veya kulakları kesilmiş olarak bulunuyordu. Jack
kurbanlarını, dizleri karna çekilmiş ve bacakları açık bir şekilde
düzenleyerek terkediyordu. İç organların çıkarılması nedeniyle katilin
cerrah olabileceği iddiaları ortaya atıldı ancak kanıtlanamadı.
Karındeşen Jack’in kimliğine dair onlarca iddia ortaya atılmıştır ancak
hiçbiri kanıtlanamamıştır. Bu şüpheli listesi birçok önemli ve soylu
kişiyi de içermektedir. Katil olduğunu iddia eden kişinin Merkezi
Haberalma Örgütü’ne gönderdiği mektubu inceleyen uzmanlar mektubun
yazarının alt tabakadan, eğitimsiz biri olduğu sonucuna varmışlardır.
Normalde listemizin başında olması gereken Karındeşen Jack'i biraz aşağılarda bahsetme nedenim davanın asla tam bir sonuca bağlanamaması ve belki de gerçek olmayan bir efsaneden ibaret olmasıdır. Her ne olursa olsun Karındeşen Jack konusunda eski - yeni çok fazla film vardır. Sizler için en sevdiğim yeni dönem filmlerin arasından bir tanesini seçtim.
From Hell (Cehennemden gelen)
Yapım: 2001 Ülke: ABD Tür: Polisiye, Korku, Gizem, Gerilim
Yönetmenler:
Albert Hughes, Allen Hughes
Senaristler:
Alan Moore, Eddie Campbell, Terry Hayes Oyuncular: Johnny Depp,
Heather Graham,
Ian Holm IMDb: 6.8 / 10
Yıl
1888. Londra'nın Whitechapel bölgesinde
bir seri katil ardı ardına fahişeleri
öldürmektedir. Dava üzerinde çalışmaya
başlayan müfettiş Fred Abberline,
ilk andan itibaren bunun sıradan
değil özellikle tıp alanında eğitim
almış birinin işi olduğunu anlar.
Çevredeki
fahişeler ise bu olayın kendilerini
korkutmaya çalışan birinin işi olduğunu
düşünmektedirler. Dışardan gelen
seslere kulağını tıkayan Abberline,
bir taraftan araştırmalarını sürdürürken
diğer yandan da Mary Kelly adlı
fahişeye aşık olmaya başlar. Ancak
çok geçmeden, "Karındeşen Jack"
olarak bilinen bu katil tekrar harekete
geçecektir.
From Hell (2001)
Başrol için teklif götürülen ilk
oyuncu Daniel Day Lewis'ti.
Lewis'ten olumsuz yanıt alınınca
Sean Connery, Jude Law
ve Brad Pitt düşünüldü ve
son olarak Johnny Depp'de
karar kılındı.
Filmde başta
Johnny Depp, Ian Holm
ve Müfettiş Abberline'ın sağ kolunu
oynayan Robbie Coltrane olabildiğince
inandırıcı performans gösteriyorlar.
Heather Graham da İrlanda
aksanı ile konuşması gereken rolünü
başarıyla oynuyor
From Hell (2001)
Atmosfer
From Hell'in en güçlü
yanı. Son iki David Lynch
filminde (Lost Highway,
Mulholland Drive)
de görüntü yönetmenliği yapan Peter
Deming'in çekimleri, Shakespeare
in Love ile Oscar kazanan
Martin Childs'ın yapım
tasarımı, Trevor Jones ve
Marilyn Manson'un müzikleri
ile birleşince zaman zaman bir Sleepy
Hollow'u andıran yoğunlukta
bir hava yakalanmış.
Yönetmenler
filmin sonuna kadar katilin kimliğini
saklamada ve gerilimi yükseltmede
gayet başarılılar. IMDb puanını düşük bulduğum film, vahşet görüntüleri
ve kan görmeyle sorunu olmayanlar
için gayet iyi bir yapım. From Hell (2001) Fragman
Şimdi gelelim yarı efsane yarı gerçek Karındeşen Jack'den Thomas Harris'in yazdığı kitap serisindeki kurgusal efsane karakter Doktor Hannibal Lecter'a. Red Dragon kitabıyla ilk kez ortaya çıkan bu kurgusal karakter zeki bir psikiyatris ve kanibalist (yamyamlık eğilimi olan) bir seri katildir.
Ancak Lecter karakterinin de bir ilham "perisi" vardır. Hannibal Lecter'a ilham kaynağı olan seri katil ise, Gri adam, Wysteria'nın kurtadamı, ve Brooklyn vampiri
gibi takma adlarıylada bilinen Albert Hamilton Fish'dir. Azılı yamyam Fish'in toplam 100'den
fazla cinayet işlediği sanılmaktadır. Bilinen en yaşlı seri katil
özelliğindedir.
Her ne kadar Dr. Hannibal Lecter'la arasında çok farklar olsa da Thomas Harris'in bu karakteri yaratırken Albert Hamilton Fish'dan etkilendiğini biliyoruz.
ALBERT HAMİLTON FISH
1875 yılında babasının ölümünden sonra, kimsesiz çocukların bakıldığı
bir çocuk bakımevine yerleştirilen Albert Fish, yedi yaşına kadar
kaldığı bu kuruma uyum sağlayamadığı için ruhsal yapısı bozuldu.
Bu kurumda cinsel istismara uğradıktan sonra, annesinin yanına aşırı baş
ağrılarından yakınarak dönen Albert Fish, lise öğreniminin ardından bir yandan
gezip bir yandan geçici işlerde çalışmaya başladı.
1882 yılında eşcinsel eğilimleri ortaya çıktı. Küçük suçlara bulaşan Fish, 1910 yılında ilk kez cinayet işledi. Çeşitli sapkınlıklara olan ilgisi giderek artıyordu. Dine olan eğilimi belirginleşti.
Genellikle küçük ve savunmasız çocukları kurban seçen Albert Fish,
cinayetlerinde mutlaka işkenceler uyguluyor, [tecavüz] ediyor, etlerini
yiyor, kurbanlarına acı çektirmekten büyük zevk duyarak, bunları din
adına yaptığını düşünüyordu. 1920 yılına kadar yaklaşık 15 cinayet
işlediği varsayılmaktadır.
Seri katil, aynı zamanda kendi kendisine de
çeşitli işkenceler
uyguluyor, kendi idrarını içip, çivili sopayla kendini dövmek,
kasıklarına iğne batırmak gibi cinsel ve fiziksel işkencelerle kendi
günahlarını cezalandırdığına inanıyordu. İşkence yaptığı ve öldürdüğü
çocukları "tanrıya verilen kurbanlar" olarak düşünüyordu.
1898'de evlendi ve altı çocuk sahibi oldu. Karısının başka biriyle
kaçarak kendisini terketmesinden sonra başka kadınlarla da birlikte
oldu. "Gri adam", sürekli adres değiştirdi, her gittiği yerde yüzlerce
çocuğu taciz etti, ve bazılarını öldürdü.
Gri Adam, 2007
1928'de Budd ailesiyle yakınlaşan Fish, onların güvenini kazandıktan
sonra küçük kızları Grace Budd'ı, yeğeninin doğumgünü eğlencesine
götürmek bahanesiyle kaçırarak boş bir eve götürdü. Grace'in cesedini
parçalayan Fish, bazı parçaları kaldığı pansiyona getirdi ve dokuz gün
boyunca hiç dışarı çıkmadan bu parçaları pişirip yiyerek mastürbasyon
yaptı.
Daha sonra kaçmaya başlayan Fish,1934
yılında kendi hatası yüzünden, kendisini yakalamayı kişisel bir konu
haline getiren polis William King'in eline düştü. "Brooklyn Vampiri",
Budd ailesine, kızlarını nasıl öldürüp yediğini anlatan mektuplar
göndermesi nedeniyle yakalandı.
1935 yılında yargılanmasının sonunda deliliğine kanaat getirildiyse
de elektrikli sandalyede idam cezasına çarptırıldı. Kararı duyunca"Hiç tatmadığım bu büyük zevki tatmaktan mutlu olacağını"açıkladı. Albert Fish'in idam cezası, 16 Ocak 1936 tarihinde Sing Sing hapishanesinde elektrikli sandalyede infaz edildi.
Bu seri katil hakkında yazılan kitaplar ve çekilen filmler; "Stephen King'in Kara Ev romanı. Harold Schechter'in Deranged adlı kitabı. Albert Fish, 2007, yönetmen: John Borowski. Gri Adam, 2007, Yönetmen: Scott L. Flynn." dir. Ancak burada Thomas Harris'e ilham kaynağı olarak yaratmasını sağladığı Dr. Hannibal Lecter serisine odaklanmak istiyorum.
Anthony Hopkins'in muhteşem oyunculuğu ile adeta hayat verdiği ve 4 filmden oluşan Dr. Hannibal Lecter efsanesine:
1991 Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)
IMDB Puanı: 8.7 Yazar Thomas Harris'in aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılan, yönetmenliğini Jonathan Demme'nin yaptığı, 1991 yapımı psikolojik gerilim türünde bir film.
Thomas J. Harris'in romanınının bu nabızları zorlayan uyarlamasında, FBI'daki eğitimi devam eden Clarice Starling (Jodie Foster) yüksek güvenlikli bir tımarhaneye girerek bir psikiyatristken yamyamlık yapan bir kitle katiline dönüşen Hannibal Lecter'in
(Anthony Hopkins) hastalıklı zihninin derinliklerine inmeye
çalışmaktadır.
Starling'in bir seri katili yakalamak için ipuçlarına
ihtiyacı vardır. Ancak ne yazık ki, Lecter ile yaşadığı Faustiyen ilişki sonunda onun kaçışına sebep olur ve artık iki ayrı seri katil karanlıklarda serbest dolaşır.
1992 yılında 7 dalda Oscar'a aday olan film, yönetmenine ve başrol
oyuncularına altın heykelciği getirirken; en iyi film ve en iyi senaryo
uyarlaması dalında da ödüle layık görülmüştü. Filmde başrol oynayan Jodie Foster 30 yaşına gelmeden iki oscar kazanan nadir oyuncular arasına girdi. Anthony Hopkins,
bu filmdeki toplam 16 dakikalık performansıyla en iyi erkek oyuncu
Oscar'ını kazandı. Ki bu süre, bir oyuncunun bir filmde gözüktüğü en
kısa süredir. En iyi film Oscarını alan tek korku filmidir.
2001 Hannibal
IMDB Puanı: 6.4 Hanibal, 2001 yapımı Ridley Scott'un yönetmenliğini üstlendiği psikolojik gerilim filmi. Thomas Harris'ın aynı isimli Hannibal romanından uyarlanmıştır. 1991 yapımı Oscar Ödüllü Kuzuların Sessizliği filminin devam filmidir. Filmin başrollerini Anthony Hopkins, Julianne Moore ve Gary Oldman paylaşır. Film, Amerika Birleşik Devletleri ve İtalya'da geçmektedir.
Dr. Hannibal Lecter'ın çaylak FBI ajanı Clarice Starling'in büyük hatası
sonucu hücresinden kaçışının üzerinden yedi yıl geçmiştir. Dr. Lecter,
bu kaçışının ardından Floransa'ya gidip yerleşmiş hayatın tadını
çıkarmaktadır; fakat Clarice Starling hala Dr. Lecter ile yedi yıl önce
en yüksek güvenlik önlemlerinin olduğu tehlikeli deliler koğuşunda
yaptığı görüşmeyi unutmamıştır.
Dr. Lecter'ı unutmayan biri daha vardır:
Mason Verger. Dr. Lecter'ın eski bir kurbanı olan Mason Verger onun
elinden güçlükle kurtulmuştur. Verger domuz besiciliğiyle kendine bir
imparatorluk yaratmıştır ve de Dr. Lecter'dan intikam alma duygusuyla
yanıp tutuşmaktadır. Dr. Lecter yüzünden bir soluk makinesine bağlı
yaşamak zorunda kalan Verger'in zenginliği sayesinde elinde çok geniş
imkanlar vardır ve kendi kurduğu dünyada en ufak bir hareketi bile
hissetmektedir. Mason Verger sonunda Dr. Lecter'ı nasıl tuzağa
düşüreceğini bulur. Lecter'a onun için dünyanın en değerli ve en zarif
yemini sunacaktır. Verger'in bu yemi Dr. Lecter'a sunmasında Clarice
Starling'i kendinde bir saplantı haline getiren FBI başmüfettiş
yardımcısı Paul Krendler da ona yardım edecektir.
2002
Red Dragon (Kızıl Ejder)
IMDB Puanı: 7.3 Serinin Kızıl üçüncü filmi olan Ejderde, ilginç bir beslenme zevkine sahip Dr.Hannibal Lecter'ın macerasının aslında en başına gidiyoruz.
Ajan
Graham 3 yıl önce Chesapeake Ripper isimli bir seri katili yakalamak
için Dr. Hannibal Lecterdan yardım almış ama ölmekten kıl payıyla
kurtulduğu araştırmasının sonucunda görmüştür ki Chesapeake Ripper,
Dr.Lecterın ta kendisidir.
Bu korkunç tecrübesinden sonra erken emekliye
ayrılan FBI ajanı Will Graham, The Tooth Fairy olarak tanınan yeni bir
seri katili yakalamak üzere tekrar göreve çağrılır. Ajan Graham bu
acımasız seri katili yakalamak için hapse gönderdiği Dr. Lecterdan bir
kez daha yardım almak zorunda olacaktır.
2007 Hannibal Rising (Hannibal Doğuyor) IMDB Puanı: 6.0 Hannibal ve Mischa Lecter, II. Dünya Savaşı yıllarında daha çocuk
yaştayken anne ve babalarını kaybeder. Litvanya'da Sovyet yetimhanesinde
kalan 16 yaşındaki Hannibal Lecter yetimhanedeki arkadaşlarıyla
anlaşamamaktadır. Geceleri kız kardeşiyle ilgili korkunç kabuslar gören
Hannibal sonunda yetimhaneden kaçar ve amcasının yaşadığı Paris'e gider.
Fakat Hannibal, Lecter Şatosu'na geldiğinde amcasının ölmüş olduğunu
keşfeder. Amcasının dul eşi Murasaki Shibuku ona evini açar ve bu
gizemli kadın onu, yemek, müzik ve resim hakkında eğitir. Fakat Hannibal
bir türlü onu kovalayan geçmişinden ve gördüğü korkunç kabuslardan
kurtulamamaktadır.
Tıp eğitimi almaya başlayan Hannibal kabuslarında gördüğü savaş
suçlularını aramaya karar verir. Tek bir amacı vardır. Açlıktan ölmemek
için gözleri önünde küçük kız kardeşini yiyen adamlardan intikam almak.
Her biri farklı yönetmenler tarafından çekilen Dr. Hannibal Lecter konulu dört muhteşem yapıtı kısa kısa alıntılarla tanıtmaya çalıştım.
Bana kalırsa 91 yapımı Kuzuların Sesizliği filmi serinin en güçlü filmidir. Devamında gelen Hannibal serinin zayıf halkası iken, üçüncü film olan Red Dragon ise 86 yapımı Manhunter filminin adeta birebir yeniden çekilmiş halidir. Tabii ki Edward Norton ve Anthony Hopkins gibi dev oyuncular ve gelişen teknikler sayesinde çok daha ihtişamlıdır. Burada anlayamadığım, son film olan Hannibal Rissing'in IMDb denilen tuhaf siteden sadece 6.0 puan almış olmasıdır. Anthony Hopkins'in yokluğundan mıdır bilinmez, Hannibal Rissing gibi dev bir prodüksiyon, hatta abartıp "muhteşem çekilmiş bir yapıt" bile diyebileceğim bu film, serinin ilk filminden sonra en iyisidir. Puanlayacak olsam, benim gözümde en az 7.5 alacağı kesindir.
Şimdi geliyoruz bir başka efsana katile. Cinayetleri birçok hikâyelere ve filmlere ilham kaynağı olmuş Edward Theodore Grein'e: Sapık (1960) (Alfred Hitchcock), The Silence of the Lambs (Thomas Harris / Jonathan Demme) ve Teksas Testere Katliamı (1973) bunların en bilinen örnekleridir. EDWARD THEODORE GEIN
Ed Gein dört kişilik bir ailede büyür: alkolik bir baba, dominant ve
aşırı dindar bir anne ve abisi Henry. Annesinin kendisine olan etkisi
çok büyüktür. Babası ve abisinden sonra, 1945’te annesi de vefat
ettiğinde, Ed dünyada tek başına kalır.
Bu yalnızlık, insanların zaten garipsediği Gein’i, iyice deliliğe iter. Merhum annesini tekrar diriltebilmek için, anatomi
bilimini incelemeye başlar ve mezarlıklardan çaldığı cesetler üzerinde
öğrendiklerini uygulamaya koyulur. Kendisini özellikle büyüleyen, kadın
vücududur. Annesini diriltmeyi başaramayacağını anlayınca, annesinin yaşında bir
kadının cesedinin derisini yüzmeye karar verir ve arada sırada bu deriyi
(annesinin eski elbiseleriyle birlikte) elbise niyetine giyer.
Hayatı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış olan Gein, kadınlara karşı
hissetiği karmaşık duyguları pek anlayamaz ve bir kadın olma isteği
geliştirir. İlk başlarda kendi kendini hadım
etmeyi düşünen Gein, bir kadın derisinin kendisini yeterince kadınsı
gösterdiğine inanarak, bu düşüncesinden vazgeçer. Kadın vücutlarına
duyduğu isteği gitgide daha da büyüyen Gein, bir süre sonra sadece
mezarlardan ceset çıkarmakla kalmaz, 1954 yılından itibaren bir cinayet işlemeye karar verir ve kurbanını annesinin öldüğü yaştan seçer.
Deri işlemesinde gün geçtikçe daha da hamaratlaşan Gein, bir süre
sonra meme uçlarından kemer, kafatasından bardak ve diğer süs eşyaları
yapmaya koyulur.
Sapık (1960) (Alfred Hitchcock)
İlk cinayetinden sonra kasabanın şerifi
Ed Gein’in izini bulur ve tutuklar. Evde arama yapan polis, birçok
kadavra, insan dudaklarından yapılmış kolyeler ve diğer garip nesnelerle
karşılaşır.Gein’in birden çok daha fazla cinayet işlemiş olması
gerektiğini düşünür, ama daha sonra yapılan incelemelerle bu ceset
parçalarının yakındaki mezarlıktan çıkarılan yaşlı kadın cesetlerinden
kesildiği anlaşılır. Gein, ölü sevicilik ve yamyamlık gibi suçlamaları şiddetle inkar eder: kendisine göre cinayetleri sadece evini süslemek için işlemiştir.
Doktorlar Gein'e kronik şizofreni tanısı koymuşlardır. Ayrıca
yaptıklarından yola çıkarak, onun, gizli eşcinsel olabileceği de
düşünülmüştür.
Deli raporu sayesinde hapse konulmayan Gein, geri kalan hayatını ıslahevlerinde geçirir ve 1984 yılında 77 yaşında uzun zamandır çektiği kanser hastalığı sonucu yaşamını yitirir. Şimdi bu hastalıklı adam hakkında büyük usta Alfred Hitchcock'un kült filmi Sapık (1960) inceleyelim. Psycho "Sapık" (1960)
Sapık Alfred Hitchcock tarafından çekilen, senaryosu Joseph Stefano tarafından psikozlu bir katili hakkında yazılan 1960 tarihli korku ve gerilim filmidir. Film, Robert Bloch'un Wisconsinli katil Ed Gein'nin suçlarından esinlenerek yazdığı aynı adlı romanından uyarlanmıştır.Film, bir sekreter olan Marion Crane (Janet Leigh) ve yalnız başına yaşayan bir motel sahibi Norman Bates (Anthony Perkins) arasındaki karşılaşmayı anlatır. Film Türkiye'de 24 Ocak 1965'te gösterime girmiştir.
"Sapık" filmi, ABD'de "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek Kongre Kütüphanesi'nin "Ulusal Film Arşivi"nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Marion Crane (Janet Leigh), Arizona'da bir emlak ofisinde çalışmaktadır.Sevgilisi Sam (John Gavin)
ile evlenmek istemektedir ancak çiftin çok az parası vardır.Bir cuma
günü, patronu Marion'a bankaya para yatırması için 40 bin dolar
verir.Marion, bu parayla Sam'le hayal ettikleri hayatı kurabileceklerine
karar verir ve parayı çalarak Sam'le buluşmaya gider.
Yolda Bates
Motel'de konaklamak zorunda kalır.Moteli işleten Norman Bates (Anthony Perkins),
annesiyle saplantısı olan genç bir adamdır. Beraber akşam yemeği yerler
ve Marion odasına çekilir ve yatmadan önce duş almaya karar verir.Sinema
tarihinde adından ünlü "duş sahnesiyle" söz ettiren, türünün en önemli
örneklerinden Sapık, Alfred Hitchcock'un başyapıtlarından biri olarak
kabul edilir.
Psycho "Sapık" (1960)
Yazımız giderek sertleşirken şunu hatırlatmak isterim ki bu bölümde hakikaten dünya üzerindeki en korkunç suçlular olan Henry Lee Lucas ve Ottis Elwood Toole'den bahsedeceğiz.Bu çift hakkında okuyacaklarınız herkesin kaldırabileceği cinsten olmayacak. Bu yüzden rahatsız edici içerik konusunda tekrar hatırlatma yaparak konumuza devam edelim.
Öncelikle başrolümüz olan Henry Lee Lucas'a göz atalım daha sonra ikilinin nasıl tanıştığını ve neler yaptıklarını inceleyeceğiz. Akabinde haklarında çekilen Henry: Portrait of a Serial Killer filmine bakacağız.
HENRY LEE LUCAS
"Birini öldürmek, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Eğer bir kurban istiyorsam, sokağa çıkar ve bir tane bulurum."
"Seks benim zayıf noktalarımdan biridir. Yapabildiğim her şekilde seks
yaparım. Eğer bunun için birini zorlamak durumundaysam, yaparım.. Onlara
tecavüz ederim; bunu yaptım. Onlarla seks yapmak için hayvanları
öldürdüm ve onlarla canlıyken de seks yaptım."
Henry Lee Lucas insanlık tarihinin görmüş olduğu en ilginç canilerden
biridir. Daha küçükken belden aşağısı olmayan babası, fahişelik yapan
annesinin aşağılamalarına dayanamayarak intihar etti. Kardeşi ile
şakalaşırken oyulan gözü, tıbbi müdahale görmeden annesinin işkenceleri
ile günlerce kötüye gitti. Ancak günler sonra fenalaşan çocuğun gözünü
bir doktor temizledi. Annesi bir seferinde o kadar kötü sopaladı ki
çocuk günlerce yarı baygın yattı, ancak yine daha sonra doktora
götürüldü. Bazen de sadece canı sıkıldığı için kız elbisesi giydirip,
saçlarını yapıp öyle okula gönderirdi.
Yıllar sonra bir gün, çok alkollü iken Lucas annesini arkadan bıçaklayıp
cesedi ile cinsel ilişkiye girdi. Yirmi yıldan kırk yıla kadar ağır
hapis cezası aldı, on yıl sonra tarihin en vahşi seri katillerinden biri
olarak serbest kaldı.
Gençlik yıllarında bir akrabası ile ava gidip çeşitli hayvanları öldürüp
onlara tecavüz etmeye başlamıştı bile. Aynı zamanda üvey kardeşi ile
ensest eşcinsel bir ilişkisi vardı. İlk cinayetini ve necrophiliac
ilişkisini 14 yaşında yaşamış. Otobüs durağında bekleyen 17 yaşında bir
kızı kaçırıp, terk edilmiş bir yerde döve döve öldürdükten sonra tecavüz
etmiş. Ancak polis merkezine buna benzer bir kayıp vakası asla
bildirilmemiş. Lucas, itiraflarını yalanlamak gibi bir huya sahipti ve
sık sık yalan söylemeye çok meyilliydi. Bu nedenle, şimdi bile bir çok
itirafının gerçek olduğu ne kanıtlanabiliyor ne de yalan olduğu kesin.
Bir süreliğine hapse giren Henry, serbest kaldığı günün ertesi 12
yaşındaki yeğenine tecavüz ettiği iddia edildi. Dışarıda fazla
dayanamayan Lucas'ı yakın zaman sonra yine haneye tecavüzden
tutukladılar. Tekrar çıkışından bir süre sonra annesini bıçakladı.
Çocukluğunu kabusa çeviren kadın yoğunbakımda elli saat can çekiştikten
sonra öldü. 10 yıl sonra hapishanenin kapısından "özgür" olarak
ayrıldıktan sonra iki kadın daha öldü. Birisini hapishaneden
görülebilsin diye yakında bırakmış, ama bu iddiayla ilgili herhangi bir
kanıt bulunamadı. Küçük bir kız çocuğunu kaçırmaya çalışırken
yakalanınca 1975'e kadar dört yıl daha hücrenin yolunu tuttu. OTTIS ELWOOD TOOLE
En son serbest kalışından sonra seyahat etmeye başladı. Eyalet eyalet
dolaşıyordu. Bir seri tuhaf olaylar zincirinden sonra, Floridaya geldi. Henry Lee Lucas'ın cinayet zinciri Florida 'da ilginç bir
alaşım halini alacaktı. Ottis Toole ile bir çorbacıda tanıştı. Ottis Toole, insan etine karşı
dayanılmaz bir iştah duyan biseksüel bir caniydi.
Annesi, babası, karısı
ve zihinsel özürlü iki yeğeniyle aynı evde yaşayan Ottis'in
misyonerlikten tanıştığı garip adamları eve getirmesi ve onlarla eşcinsel ilişki
kurması, hatta bu arkadaşlarının karısı ve daha küçük bir kız çocuğu olan
özürlü yeğeniyle seks yapmalarını izlemeyi sevmesi her nasılsa artık
bu tuhaf ailede normal karşılanmaya başlamıştı.
Lucas bu eve taşınınca Toole'un karısına
yatak odasında yer kalmadı ve komşularla yaşaması için evden kapı
dışarı edildi. Özürlü yeğen de iki sevgilinin seks oyuncağı olarak
yaşamına devam etti.
İki çocuk ile yollara düşen kana susamış bu iki
katil, yol boyunca karşılarına çıkan otostopçuları önce öldürdüler.
Sonra Lucas cesetlerle kendi ilgilendiği işleri bitirince Toole da akşam
yemeği için hazırlık yapıyordu. Yol üzerinde dükkanları ve hatta
bankaları soyarak yola devam ettiler. Bir dükkanı soyarken Lucas
kasiyeri öldürdü ve oturup Toole'un tecavüz edişini seyretti. Bir
seferinde ise yolun kenarında yürüyen bir çiftin yanında durup Toole
erkeğe dokuz kez ateş edip öldürdü ve Lucas da döve döve kızı arabaya
bindirdi. Yola devam ederken Lucas kıza defalarca tecavüz etti, sonra
Toole kenara çekip kızı altı defa vurdu. Bazen ise durmaya bile tenezzül
etmeden sadece çarpıp kaçıyorlardı.
İkilinin beraber 65'ten fazla kişinin ölümünden sorumlu olduğu
hesaplanıyor. Gerçi Lucas 600'den fazla cinayetin itirafında bulundu ama
çoğunun polis kayıtlarında açıklanamayan cinayetlerin kendi üstüne
kalmasından hoşnut olmasından kaynaklandığını düşünüyorlar.
İtiraflarının arasında üyesi oldukları bir satanist kültten söz ediyor.
Bu sanatist topluluğun lideri üye olabilmeleri için bir cinayet
işlemelerini şart koşmuş. Bunu yerine getirmek için bir gün sonra, Ottis
adamın birini plaja doğru sürüklerken Lucas elinde bir ustura ile
plajda oturuyordu. Lucas adamı bir güzel doğradıktan sonra topluluğun
üyeleri cesedi bir "Kara Gün" ayininde usulüne göre pişirip yediler.
Köle olarak satılmak üzere bebekleri ve küçük çocukları kaçırdılar.
Çocuklara uyuşturucu verip yasadışı çocuk pornosu çektiler. Lucas'ın
anlattıklarına rağmen böyle bir kültün varlığı ortaya çıkarılamamıştır.
Yolda hastalanıp hastaneye kaldırılan Ottis Toole'dan ayrılan Lucas
çocuklarla yola devam etti ama o da bir süre sonra tutuklandı ve iki ay
hapse mahkum oldu. Çocuklar annelerine iade edildi .
Yetiştirme yurduna
transfer edilen küçük kız Frieda, (Lucas ona "Becky" diyordu.) bir süre
sonra dayanamayıp kaçtı. Tekrar Jacksonville'de bir araya gelen Lucas ve
Becky evlendiler. Bu evlilik, Lucas'ın deyimiyle "babacan bir ilişki"
ve ikili arasında cıkan cinsel içerikli bir kavganın sonunda Becky'nin ölümüyle sonuçlandı. Ceset çok sonra
açık bir alanda yastık kılıflarına doldurulmuş olarak bulundu.
Satanist topluluğun başı Don Meteric, Lucas ile bağlantıya geçti ve
Texas'tan bir avukatı öldürmesini istedi. Lucas bir şekilde adamla
samimiyeti kurup içki içmeye davet etti. Avukatı sarhoş etti, iyice
kafayı bulduğu bir anda "tam içkiyi yutarken boğazını öyle derin kestim
ki dışarı içki taştı." dedi itiraflarının bir bölümünde. Cesedi daha
kolay bulunması için göğüs kafesi dışarıda kalacak şekilde gömdü.
Karısının ortadan kayboluşundan iki gün sonra kendisinden şüphelenmeye
başlayan ev sahipleri Kate Rich, Lucas'a çıkıştı ve Becky'nin bir
kamyoncu ile kaçtığına inanmadığını söyleyerek kendi ölüm fermanını imzalamış oldu. Lucas onun
göğsüne bir haç işareti kazıdı ve cesede tecavüz etti. Bir çukura attığı
cesedi daha sonra gelip parçalara ayırdı ve parçaları sabaha kadar
sobada yaktı.
Bir süre ortada gözükmedi, şehre geri döndüğünde eskiden
tanıdığı Jack Smart'ın yanında çalışmak istedi. Kendisinden şüphelenen
Smart'ın polise haber vermesiyle kıskıvrak yakalandı ama delil
yetersizliğinden serbest kaldı.
Eyalet turlarına tekrar başladı Lucas ve
kendine sevişecek yeni cesetler bulmakta sıkıntı çekmedi. Kasabada
dükkanı olan Ruben Moore ile temasa geçti ve Moore gelip kendisi ile
çalışması için güzel para teklif etti. Lucas dükkana vardığı sırada
polis de onu bekliyordu.
Hiç bir zaman suçu kanıtlanamayan Henry Lee Lucas'ı yeterince içeride
tutacak kadar suç vardı artık. Onu her seferinde elinden bırakmak
zorunda kalan şerif Bill F. Conway, sonunda başarmıştı ama yine de
cinayetleri onun işlediği hakkında bir kanıt bulamıyordu.
15 mayıs 1983'te gardiyan Joe Don Deaver şafak vaktinde son kontrolleri yaparken,
en sevdiği zamanın sessizliğini Lucas'ın çığlıkları bozdu: "Burada
ışıklar var! Işıklar benimle konuşuyor." "Ne ışığı, her yer karanlık.
Kapat çeneni de biraz uyu, iyice kafayı yedin!" diye çıkıştı gardiyan
Deaver. Birazdan yine Lucas'ın sesi geldi : "Gardiyan, çabuk buraya
gel!" Sinirle yanına gelen gardiyana "Don, ben çok kötü şeyler yaptım."
dedi ve böylelikle gecenin bir yarısı yataktan Deaver'ın telefonuyla
kalkan şerif Conway, belki hayatı boyunca bulamayacağı bilgilere ulaşma
şansını yakaladı.
Henry'yi motive etmek için en sevdiği şeyler olan
kahve ve sigaradan mahrum bırakarak daha çabuk yol kat etti. Yalan
testlerinden kolayca geçmeyi başaran Henry bu gecenin sonunda her şeyi
anlatmaya karar vermişti. Şerif, karşısında oturan Lucas'a soruları
sormaya başlarken elindeki kağıtta:
"O kadar uzun zamandır yardıma ihtiyacım var ki ve kimse bana
inanmayacak. Geçen on yıl boyunca hep öldürdüm ve kimse bana
inanmayacak. Bunu yapmaya devam edemem, tek sevdiğim kızı da öldürdüm."
yazıyordu. Şerif mahkuma "Bayan Rich'e ne yaptın?" diye sorduğu sırada
sadece tarihin en büyük seri cinayet soruşturmalarından biri
başlamıyordu belki de en sıra dışı olanı buydu.
Henry Lee Lucas, hala hapishanede; yaptıkları, yapmadıkları,
söyledikleri ve yalanladıklarıyla bilinmezliğini ve akıllara zarar
profiliyle Amerikan adalet sisteminde önemini koruyor. Gelelim bu korkunç hikayenin sinemaya nasıl yansıdığına. Filmimizin adı: Henry: Portrait of a Serial Killer
Henry: Bir Seri Katilin Portresi 1986 ABD yapımı suç gerilim filmidir. Özgün adı Henry: Portrait of a Serial Killer dır.
Bu bağımsız filmin yönetmeni John McNaughton
aynı zamanda filmin yapımcılarından biridir ve Richard Fire'la birlikte
senaryoyu da yazmış hatta filmin müziğine de katkıda bulunmuştur.
Filmin yıldız oyuncuları yoktur, çoğunlukla az tanınmış veya tanınmamış
oyuncularla çekilmiştir. Başlıca rollerinde Michael Rooker, Tom Towles ve Tracy Arnold oynamışlardır. Michael Rooker'ın ilk sinema filmidir.
Sadece adına bakıldığında ucuz bir slasher filmi izlenimi
verse de, aslında film şimdiye kadar çevrilmiş en dehşet verici seri
katil filmlerinden biridir.
Öncelikle film gerçekte bir seri katil olan
ve 2001 yılında cezasını çekmekte olduğu hapishanede ölen Henry Lee Lucas'ın
soğukkanlı itiraflarına dayanmaktadır. Ayrıca diğer birçok slasher film
gibi özel efektlere fazlaca baş vurulmaz ve katilin kimliği filmin en
sonunda ortaya çıkmaz, o katil sıradan gibi gözüken gündelik
yaşantısıyla başından beri seyirciyle birliktedir.
Zaten filmi asıl
ürkütücü ve rahatsız edici yapan da bu olağanüstü gerçeklilik
duygusudur. Ayrıca film Amerika'nın yaldızlı görüntüsünün altında bir
başka Amerika daha olduğunu gösteren az sayıda gerçekçi filmlerden
biridir.
Film Henry Lee Lucas adlı bir seri katilin hayatından bir bölümü
anlatır. Hapishaneden tanıştıkları ve aynı evi paylaştıkları kendisi
gibi psikopat ve uyuşturucu bağımlısı arkadaşı Otis'le birlikte zevk
için arka arkaya işledikleri bir dizi cinayet konu edilir. Bu canavarca
cinayetleri durmaksızın işlerlerken hiçbir amaçları veya motivasyonları
yoktur.
Bu bağımsız film $110,000 gibi düşük bir bütçeyle sadece bir ay gibi kısa bir sürede çekilmişti. ABD derecelendirme dairesi MPAA ile bir türlü mutabakata varılamaması nedeniyle tamamlandığı 1986 yılından 1989'a kadar gösterime verilemedi.
Ancak o tarihe kadar Chicago Uluslararası Film Festivali
başta olmak üzere birkaç festivalde gösterilebildi. İngiltere'de ise
1993 yılında gösterim izni alabilmiştir. Bu çok tartışma yaratmış film
birçok kereler yasaklanmıştır.
1998 yılında bir devam filmi yapılmıştır. Henry: Portrait of a Serial Killer, Part 2 adındaki bu film ilki kadar ses getirmedi. Henry: Portrait of a Serial Killer Fragman
Bu korkunç seri katil çiftin tüylerinizi diken diken eden hikayesini 86 yılı şartlarında oldukça başarılı aktaran ve IMDb puanı 7.1/10 olan Henry: Portrait of a Serial Killer filmini, bendeniz oldukça erken bir yaşta izlemiştim. Haliyle hiç unutamadığım filmler arasında yerini alan bu film, benim seri katillere olan merakımında, bu yazının derlenmesininde gerçek sorumlusudur.
Şimdi temamızdan sapmadan, sizler için seçtiğim bir çok filmi hızlıca incelemeye başlayacağız. Bütün bu filmlerde az ya da çok bu yazı boyunca okuduğunuz seri katil profillerinden yansımalara rastlayacaksınız.
Kısa kısa tanıtacağım filmlerin herbiri halihazırda oldukça bilinen, başarılı seri katil temalı filmler.
Gelin hep beraber bu harika filmlere hızlı bir bakış atalım.. Bunlardan ilki 1995 yapımı Se7en filmi.
Se7en
Filmin Yönetmeni: David Fincher
Filmin Türü: Gerilim, Macera
IMDB Puanı: 8.7
Yapım Yılı: 1995
Ülke: ABD
Yayınlanan Tarih: 16 Şubat 1996
Senaryo yazarı: Andrew Kevin Walker
Başrol Oyuncuları:
Brad Pitt, Morgan Freeman, Gwyneth Paltrow, R. Lee Ermey
7 ölümcül günahı işleyenleri kendi vahşi yöntemleriyle öldüren bir seri
katil ve onun peşindeki iki polis dedektifin çabalarını konu alan bir
gerilim başyapıtı. Yönetmen David Fincher imzalı film, gerek sürükleyici
konusu gerekse oyuncuların performanslarıyla gişede büyük başarı
yakalamıştı. En iyi kurgu dalında 1996′da ödüle aday olan film bu ödülü
alamamıştı. Özellikle sürpriz kötü adamı ve çarpıcı finali ile şimdiden
bir klasik olarak yerini aldı…
Copycat
Kopya Cinayetler
Yönetmen: Jon Amiel Yıl: 1995 IMDb: 6.5 / 10 Oyuncular: Sigourney Weaver
,
Dermot Mulroney
,
Holly Hunter
,
Harry Connick Jr.
,
Will Patton
Bir adam, geçmişteki "ünlü" seri cinayetleri taklit etmektedir. Üstelik
bu seferki hedefi, seri katillerin psikopatolojisi üzerine eserler veren
bir psikiyatristtir.
San Francisco polis departmanı ndan hırslı bir
cinayet masası dedektifi ve seçkin bir kriminal psikoloğu, bu katilin
izini adım adım sürerler. Eğer yakalamayı başaramazlarsa, belki de bir
sonraki kurban onlar olacaktır...
Bu filmde yukarıda okuduğunuz yazıdaki birçok cinayeti ve hatta bizim bahsetmediğimiz daha fazlasını bulabilirsiniz.
The Bone Collector
Kemik Koleksiyoncusu
Filmin Yönetmeni Phillip Noyce Yapım Yılı 1999 Tür: Gerilim, Gizem, Polisiye, Suç
Ülke ABD
IMDb:6.5/10 Senaryo yazarı Jeffery Deaver
Başrol Oyuncuları Angelina Jolie, Denzel Washington, Queen Latifah, Luis Guzmán, Michael Rooker, Ed O’neill
Bir seri katilin ipuçlarıyla beslediği cinayetlerine odaklanan Lincoln
Rhyme (Denzel Washington) geçirdiği bir kaza sonucu hareket edemez hale
gelir ve bu cinayetleri çözebilmesi için yardıma ihtiyacı vardır. Amelia
Donaghy (Angelina Jolie), başarılı bir polis memuru olarak dikkatleri
üzerine toplamıştır ve bu önemli görev için Lincoln Rhyme'e yardımcı
olacaktır. Bu ikili, seri katilin ipuçlarını birlikte değerlendirip
katili yakalamayı hedeflemektedirler.
İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan kesik bacaklar halk arasında
panik yaratmaya başlarken komiser Fatih olayı çözmekle görevlendirilir.
Bu dava boyunca ortağı, Amerika’da eğitim almış bir seri katil uzmanı
psikiyatr olan Doruk’tur.
Seri katil profillerini çözmedeki
başarısına rağmen Doruk yanıbaşındaki sorunun farkında bile değildir.
Karısı Beyza bilinç kayıplarıyla başetmeye çalışmakta ve kayıp
zamanlarının izini sürmektedir
Komiser ve psikiyatr seri katil
bulmacası içine her gün daha fazla gömülürken, Beyza da nasıl olduğunu
anlamasa da kurbanlarla arasında tuhaf bir ilişki farkeder.
Perfume: The Story of a Murderer
Koku: Bir Katilin Hikayesi
IMDB Puanı:7.5
Yönetmen Adı:Tom Tykwer
Yapım Yılı:2006
Ülke: Fransa , İspanya , Almanya
Tür:Dram , Gerilim
Gösterim Tarihi:16 Şubat 2007
Oyuncular:
Ben Whishaw, Dustin Hoffman, Alan Rickman
Grenouille, kokulara karşı inanılmaz bir duyarlılığı olan ama bunun
haricinde hiçbir duyusunun gelişmemiş olduğu çok ilginç bir adamdır.
İstediği kokuları elde edebilmek için her türlü çılgınlığı yapmaya
hazırdır; cinayet işlemek de dahil...
Az da olsa koku salan herşeyin ve herkesin kokusunu alabilen bu sıradışı
ve dahi karakter, birgün kendi kokusunun olmadığını anladığında
hayatının tüm anlamını yitirir.
Bu 'hayati' önemdeki eksikliğini
giderebilmenin tek yolunun, kendisine insanmış
izlenimi verebilecek kokular üretip sürmesi olduğunu düşünür. İnsan
kokuları yaratabilmek için de insanlara ihtiyacı vardır.
Toplum içinde varolabilmenin tek yolunu bu şekilde tanımlayabilen bir
adamın, sonu inanılmaz bir trajediye giden öyküsü, Patrick Süskind'in
yayınlandığında çok uzun süre çok satanlar listesinde yer alan
kitabından beyazperdeye aktarıldı. Yönetmense Koş Lola Koş ve Cennet
filmlerinin de yönetmeni olan Tom Tykwer. Filmin, Avrupa Sinama
standartları düşünüldüğünde oldukça yüksek bir bütçeyle çekildiğini de
belirtelim.
Zodiac
Filmin Yönetmeni: David Fincher
Filmin Türü: Polisiye, Dram, Tarihi
IMDB Puanı: 7.7
Yapım Yılı: 2007
Ülke: ABD
Yayınlanan Tarih: 18 Mayıs 2007
Senaryo yazarı: James Vanderbilt, Robert Graysmith
Başrol Oyuncuları:
Jake Gyllenhaal, Mark Ruffalo, Anthony Edwards, Robert Downey Jr, Brian Cox, John Carroll Lynch, Richmond Arquette, Bob Stephenson
San Francisco’yu yıllarca dehşete boğmuş bir seri katil, bu katili
yakalamayı kendilerine takıntı haline getirmiş dört adam ve gerçeklerden
yola çıkan bu hikayeyi perdeye taşıyan, seri katil filmlerinin başarılı
yönetmeni David Fincher…
Seri katilin bıraktığı ipuçlarını takip ederek olayı aydınlatmayı
kendilerine saplantı haline getiren bu dört adamın hayatı, artık katilin
hareket alanı içinde şekillenmektedir. Yıllar boyu saldırılarını
kesmeyen ve yok olmuş görünürken birden bire yeniden ortaya çıkan bu
seri katil, sadece onu yakalamaya çalışanların değil, bütün şehrin
kabusu olacaktır. Kurbanlar sadece öldürülenler değil, şehirde yaşayan
tüm insanlardır…
Yedi, Oyun, Dövüş Kulübü filmleri ile gerilim sinemasında kendine
özel bir yer edinen David Fincher, Zodiac’ın dehşetini estirdiği
yıllarda San Fransisco’da yaşayan ilkokul öğrencisi bir çocuktu.
Yönetmen, çocukluk dönemini çok etkileyen bu seri katilin hikayesini
yıllar sonra beyazperdeye taşıyor..
Natural Born Killers
IMDb: 7.2
Ülke:ABD
Yönetmen:
Oliver Stone
Senaryo: Quentin Tarantino
Oyuncular:
Woody Harrelson, Juliette Lewis
Katil Doğanlar (İngilizce özgün adı:Natural Born Killers) 1994 yapımı, Oliver Stone tarafından yönetilmiş ve başrollerinde Juliette Lewis ve Woody Harrelson'ın oynadığı bir filmdir. Rodney Dangerfield, Robert Downey Jr., Tom Sizemore ve Tommy Lee Jones yardımcı karakterleri canlandırmışlardır. Film iki katilin hikâyesini anlatmaktadır.
Mallory (Juliette Lewis)
kendisine cinsel tacizde bulunmuş babası (Rodney Dangerfield), annesi
ve hiç geçinemediği küçük kardeşi Kevin ile yaşamaktadır. Bir gün Mickey
Knox (Woody Harrelson)
isimli bir adam onların evlerine et getirirken, Mallory ile karşılaşır
ve ona karşı kendisinde birşeyler hisseder.
Aynı gün ikili
Mallory'nin babasının arabasını çalıp giderler. Bu sebepten Mickey hapse
girer fakat oradan kaçar. Kaçınca hemen Mallory'nin yanına gelir. İkili
bir anda kendilerini kaybeder.
Mallory babasını ve annesini öldürür
fakat kardeşini sağ bırakır. Babasını ve annesini öldüren Mallory
kendisinde bir rahatlık hisseder, sanki öldürmek ona kendisini daha iyi
hissettirmeyi başarmıştır. Ve sevgilisi Mickey'ye de öyle. Fena halde
aşık olan ikili daha sonra ardı arası kesilmeyen cinayetlere başlar. 666
nolu otoparkta öylesine hiç bir öldürme sebepleri olmadan, yoldan geçeni
ve kendilerini küçücük bir haksızlık yapanları bile öldürülürler. Ancak
öldürdükleri insanların arasında mutlaka bir kişiyi serbest bırakırlar
ki, Mickey ile Mallory hikâyesini tüm dünyaya anlatsın.
Identity
Kimlik
Filmin Yönetmeni James Mangold
Yapım Yılı 2003
Tür: Gerilim, Gizem, Psikolojik
Ülke ABD
Senaryo yazarı Michael Cooney
Yayınlanan Tarih 15 Ağustos 2003
Başrol Oyuncuları
John Cusack, Amanda Peet, Alfred Molina, Ray Liotta,
Clea Duvall, John C. McGinley, Rebecca De Mornay, Pruitt Taylor Vince
Şiddetli bir fırtına, birbirine yabancı ve sırlarla dolu on insanı,
ıssız bir motelde bir araya getirir. İçlerinde bir limuzin şoförü, bir
tele kız, bir katili nakleden bir polis, 80′li yılların bir televizyon
yıldızı, yeni evli bir çift ve kriz içinde olan bir aile bulunmaktadır.
Sığınacak bir yer bulmanın getirdiği rahatlama, yolcuların teker teker
ölmeye başlamasıyla yerini korkuya bırakır. Çok geçmeden, yaşamak
istiyorlarsa, kendilerini biraraya getiren sırrı çözmekten başka
çareleri olmadığını anlayacaklardır…
Dexter
Dexter Morgan, Jeff Lindsay'ın, Darkly Dreaming Dexter (2004), Dearly Devoted Dexter (2005) ve Dexter in the Dark (2007) romanlarındaki kurgusal karakterdir.2006'da, ilk romanı Showtime TV Series tarafından Dexter çekildi.
Dexter, Miami Metro Polis Departmanı için çalışan Adli Tıp Kan Analiz Uzmanıdır. Kendisine ayırdığı zamanlarda ise bir seri katil... Dexter'ın üvey babası Harry, Dexter'ı öldüreceği kişileri sadece katiller arasından, özellikle de yasadan kaçabilmiş olanlardan seçmesi konusunda yönlendirmiştir.
Dexter'ın hikâyesi ilk romanda; çocuk olarak komşularının evcil hayvanlarını öldürerek başladı. Harry onun öldürdüğü hayvanları bulup teşhis eder ve Dexter'ın bir sosyopat, durdurulamaz bir öldürme ihtiyacının olduğunu fark eder. Harry, Dexter'in gidişatını durduramayacağını anlayınca, en azından onu daha doğru bir yola yönlendirmeye çalışır. Harry üvey oğluna dikkatli olmayı, titiz davranmayı ve becerikli bir katil olarak arkasında nasıl hiç ipucu bırakmadan öldürebileceğini gösterir. Dexter'a halk içinde yaşamasını, normal davranmasını, normal tepkiler vermesini ve sahte duyguları öğretir. Ayrıca Harry oğlu Dexter'a öldürmede kullanacağı etik kuralları öğretir ki bu kurallara Dexter, "the Code of Harry" (Harry'nin Kuralı) ismini koyacaktır. Kuralın merkez inancı, sadece kendisi gibi olanları, katilleri öldürmesini söyler. Tabi bu Kural'ın başka kuralları da var. Örnek vermek gerekirse; 1 Numaralı Kural: yasadan kaç ve sakın yakalanma.
Dexter ilk kurbanını 19 yaşındayken elde eder. Harry, hastanede damar tıkanıklığı sebebiyle ölmek üzereyken, Dexter'a bir hemşireyi öldürmesi için izin verir; çünkü bu hemşire hastalara normalden çok fazla morfin vererek onları öldürmektedir.
Dexter'ın hayatında, polis memuru kız kardeşi Debra, kız arkadaşı Rita, Rita'nın iki çocuğu Astor ve Cody bulunmaktadır.
Dexter, onu düşmanı bellemiş Çavuş James Doakes'la kavga ederken, Dexter kendi 1'e 1 dövüşteki ustalığını, yeteneklerini sergiler. Bundan sonra Doakes, Dexter'ın lisedeyken jujitsu dersi aldığını öğrenir. Ayrıca Dexter'ın Tıp Fakültesinde sınıfının birincisi olduğu halde mezun olmadan bunu bırakıp adli tıp uzmanı olduğunuda öğrenir.
"Bana göre bir ceset, canlı bir bedenin taşıyamayacağı bir güzellik ve saygınlık taşır."
John Christie
Yazımızın başında da ifade ettiğim gibi seri katil teması sinema için adeta bir petrol yatağı gibi verimli bir alandır. Bu yazıya eklenecek onlarca seri katil hikayesi ve çeşitli dönemlerde çekilmiş yüzlerce film olabilirdi.
Sizler için seçtiklerim bunlardı. İncelememiz boyunca bir çok seri katil profilinden söz ettik. Bunlardan 8 tanesini detaylı inceledik. Çok sayıda filmden söz ederken 25'e yakın film hakkında daha detaylı bilgi verdik. Bu yazıyı okuduktan ve filmleri izledikten sonra artık bir kaza anında toplanan heyecanlı kalabalığa daha dikkatli bakın. Komşularınız, mahallenin bakkalı, çocuğunuzun öğretmeni, taksici ya da en yakın arkadaşınızın muhasebeci kocası, belki de kuzeniniz....!!
wikipedia.org, frmtr.com, felsefehayat.net, hasanyilmaz.net, beyazperde.com, haberler.com, filimadami.com, insanveevren.wordpress.com, uludagsozluk.com, sinemafanatik.com, film.com.tr, sinemalarhd.com, izlebizle.net, baktabul.net, history.howstuffworks.com, serialkillers.blogcu.com, e-psikiyatri.com, kriminoloji.blogspot.com, A’dan Z’ye Seri Katiller Ansiklopedisi, Can Murat DEMİR, uludagsozluk yazarı suzergecer, izlebizleden EsKO, Hasan Yılmaz, Harold Schechter, David Everitt, Nigel Cawthoren KATKILARINDAN DOLAYI ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ.
NoT : İnceleme yazımız zaman içinde güncellemeler sayesinde daha da gelişme gösterecektir.
Bu bağlamda eksikler olduğunu düşündüğünüz herhangi konuda ya da bu incelemede olması
gerektiğini düşündüğünüz film ya da seri katil
profili olursa, eklemeler için bize yazı yollayabilirsiniz. Şimdiden katacağınız zenginlik için teşekkür ederiz..