Annie Hall
Annie Hall
Yıl: 1977
Yapım: ABD
Yönetmen: Woody Allen
Sinematografi: Gordon Willis
Senaryo: Marshall Brickman, Woody Allen
Tür: Dramatik Komedi, Romantik Komedi, Dram
Oyuncular:
Woody Allen, Diane Keaton, Christopher Walken, Marshall McLuhan, Sigourney Weaver
IMDb: 8.2/10
"Adamın biri psikiyatriste gider ve 'Doktor erkek kardeşim delirdi, kendisini tavuk zannediyor' der. Doktor 'iyi ama onu neden tedavi ettirmiyorsun?' diye sorar. Adam şöle der 'Ettirirdim ama yumurtalarına ihtiyacım var.!'"
Sizlere çekildiği dönemin teknik özellikleri, senaryosu ve kurgusal başarısı ile başyapıtlarından biri olan, Woody Allen klasiği ve döneme ait kült bir film olan Annie Hall'u tanıtmaya çalışacağım.
Woody Allen açısından baktığımızda kendi hayatını kullanarak yaptığı filmlerin en otobiyografik olanı. Annie Hall onun bir New Yorker olarak yaşadığı aşkını ve kadınlarla olan problemlerini, entellektüel sıkışmalarını, Hollywood ve yarattığı endüstriye olan nefretini dışa vurduğu bir başyapıt.
Film ilk çekilip kurgulandıktan sonra Allen ve dostları tarafından korkunç bulunur. Akabinde kurgu odasına giren Allen, filmi tekrar keser biçer, hatta ek sahneler çeker ve daha çok Hollywood sosyal taşlaması içerdiği söylenen filmi Alvy Singer (Woody Allen) ve Annie Hall (Diane Keaton) aşkı konulu bir filme çevirir.
Bu kurgusal değişimden sonra şekil alan Annie Hall, aşk filmi deyip geçilemeyecek Woody Allen'sal ayrıntılarla bezeli bir dramatik komedi eserine dönüşür. Öyle ki, aşka yaklaşımın bu denli entellektüel bakış açılarıyla kurcalanması, bana Allen gibi çirkin bir adamın seks için tek çare olarak, bu farklı bakış açıları ile topladığı ilgiyi kullanmak olduğu gerçeğini düşündürdü. Benim saptamam bir yana, filmde kendisi de buna benzer özeleştiriler yaparken, nevrotik yapısıyla dalga geçmeyide ihmal etmemiştir.
Annie Hall'ü kült bir film yapan, 1992 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmesini sağlayan, Woody Allen'ın kendisine olduğu gibi Amerikan Sosyal-Entellektüel hayatına da ince ayrıntılarla bezeli eleştiriler yollama becerisidir.
Teknik açıdan döneminin çok ilerisinde olan filmde, Allen'ın ara sıra kameraya konuşarak seyirciyle dertleşmesi, hatta sinema sırası bekledikleri bir sahnede, arkasında Fellini hakkında atıp tutan figürasyon karakterlere seyircinin önünde ders vermesi ya da aniden yoldan geçen figürasyonu çevirerek sorular sorması dönemsel olarak oldukça sıradışı sinema deneyimleridir.
Filmde kullanılan Flashback teknikleri, Alvy'nin çocukluğundan ve anılarından kesitler verirken birde yukarıda anlattığım Fellini sahnesinde olduğu gibi "varolan an içinde flashback"ler şeklinde veriliyor ki taktire şayandır. Bir başka sahnede Alvy ve Annie birbirlerine kur yaptıkları sırada, konuşmalarının dışında akıllarından geçen düşüncelerin alt yazı olarak geçilmesi ve konuşulanlar ile düşünülenler arasındaki tezatın bu espirili yolla anlatılması halen anımsadığımda beni gülümsetiyor.
Woody Allen'ın birçok filminde kendisini anlattığı nevrotik erkek karakterin, ilişkileri kırıp atan komik ve kadınsı yapısı, aslına bakarsanız bu filmle birlikte, romantik komedi türüne farklı bir bakış açısı getirmiştir. Adeta seyirci çok sevdiği mutlu sondanda, çok ağladığı mutsuz sondanda kendiliğinden vazgeçer. İzlediği apayrı bir bakış açısıdır zaten; Avrupalı nevrotik bir entellektüel gibi düşünen, New Yorker Woody Allen bakış açısı.
Bu bağlamda 70'li yıllardan günümüz sinemasına kadar, en tanınmış olanları "When Harry Met Sally" ve "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" olmak üzere birçok ilişki temalı filmin ilham kaynağı ve çıkış noktası olduğu söylenen film, her Allen filminde olduğu gibi ancak ve ancak sinemasever kişilerin görebileceği ayrıntılarla dolu bir başyapıttır.
Filmde Alvy Singer isminde ünlü bir New York komedyeni ile pek kendine güveni olmayan şarkıcı olma hevesindeki genç kadın Annie Hall'un aşk hikayesi konu alınırken Woody Allen’ın kadın-erkek ilişkilerine olan karamsar önyargısı her sahnede karşınıza çıkacaktır. Artık Allen filmlerinin klasik duruşu gibi olan bu karamsar bakış açısı ve dramatik mizah anlayışı şayet size hitap ediyorsa bu film kaçırılmaması gereken bir aşk dramasıdır.
"İlişkilerin sonunda yumurta ihtiyacından öteye gidemeyeceği" gibi karamsar bir gözle bakmıyorsanız hayata, kendinize başka bir film seçmelisiniz derim...!!
Yazı: OvErUyUz
FRAGMAN
Annie Hall
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full Hd izle)
Natural Born Killers , Katil Doğanlar
Katil Doğanlar (İngilizce özgün adı: Natural Born Killers)
Yapım: 1994
IMDb: 7.2
Ülke:ABD
Yönetmen: Oliver Stone
Senaryo: Quentin Tarantino
Oyuncular:
Woody Harrelson, Juliette Lewis
Ülke:ABD
Yönetmen: Oliver Stone
Senaryo: Quentin Tarantino
Oyuncular:
Woody Harrelson, Juliette Lewis
Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.]
isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını
ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen
seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..
Oliver Stone tarafından yönetilmiş ve başrollerinde Juliette Lewis ve Woody Harrelson'ın oynadığı bir film... Rodney Dangerfield, Robert Downey Jr., Tom Sizemore ve Tommy Lee Jones yardımcı karakterleri canlandırmışlardır. Film iki katilin hikâyesini anlatmaktadır.
Oliver Stone tarafından yönetilmiş ve başrollerinde Juliette Lewis ve Woody Harrelson'ın oynadığı bir film... Rodney Dangerfield, Robert Downey Jr., Tom Sizemore ve Tommy Lee Jones yardımcı karakterleri canlandırmışlardır. Film iki katilin hikâyesini anlatmaktadır.
Mallory (Juliette Lewis) kendisine cinsel tacizde bulunmuş babası (Rodney Dangerfield), annesi ve hiç geçinemediği küçük kardeşi Kevin ile yaşamaktadır. Bir gün Mickey Knox (Woody Harrelson) isimli bir adam onların evlerine et getirirken, Mallory ile karşılaşır ve ona karşı kendisinde birşeyler hisseder.
Aynı gün ikili Mallory'nin babasının arabasını çalıp giderler. Bu sebepten Mickey hapse girer fakat oradan kaçar. Kaçınca hemen Mallory'nin yanına gelir. İkili bir anda kendilerini kaybeder.
Mallory babasını ve annesini öldürür
fakat kardeşini sağ bırakır. Babasını ve annesini öldüren Mallory
kendisinde bir rahatlık hisseder, sanki öldürmek ona kendisini daha iyi
hissettirmeyi başarmıştır. Ve sevgilisi Mickey'ye de öyle.
Fena halde aşık olan ikili daha sonra ardı arası kesilmeyen cinayetlere başlar. 666 nolu otoparkta öylesine hiç bir öldürme sebepleri olmadan, yoldan geçeni ve kendilerini küçücük bir haksızlık yapanları bile öldürülürler. Ancak öldürdükleri insanların arasında mutlaka bir kişiyi serbest bırakırlar ki, Mickey ile Mallory hikâyesini tüm dünyaya anlatsın...
Bu hikayenin dışında film, sosyal içerikli bir çok mesaj içermekte. Şiddet satmayı seven Amerikan medyası ve onun yozlaştırdığı şiddet bağımlısı değerlerini büyük ölçüde yitirmiş Amerikan aile yapısına sonuna kadar karşıt bir duruş sergileyen kült bir filmdir.
FRAGMAN
Natural Born Killers , Katil Doğanlar
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)
The Doors
1991 -
ABD
Biyografi
, Dram
, Müzikal
140 Dak.
Oliver Stone
Meg Ryan
,
Kelly Hu
,
Val Kilmer
,
Michael Madsen
,
Kyle MacLachlan
Oliver Stone
,
Randall Jahnson
Sasha Harari
,
A. Kitman Ho
,
Bill Graham
Amerikalı rock grubu The Doors üzerine yapılmış, gelmiş geçmiş en iyi biyografi filmlerinden biri sayılan film, grubun efsanevi solisti Jim Morrison üzerine odaklanıyor. Grubun sıkı bir dinleyicisi olan yönetmen Oliver Stone, solistin fırtınalı yaşamını etkili bir anlatımla gözler önüne seriyor.
Çoğu zaman kalın çizgilerle anlatılan ve gerçek anlamda içselleştirilemeyen rock felsefesini gerçekçi ve ihtiraslı bir anlatımla aktaran filmde Val Kilmer oyunculuk hayatının en önemli rolünü başarıyla yerine getiriyor. Sadece dahil olduğu Amerikan toplumunu değil, tüm dünyayı değiştiren bir devrimin panoramasını yansıtan film klasikler arasındaki yerini almış durumda?
FRAGMAN
The Doors
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)
Bisiklet Hırsızları, Ladri Di Biciclette
Ladri Di Biciclette
1948
Ülke: İtalya
Ülke: İtalya
Dram,Suç
93 Dak.
Vittorio De Sica
Sergio Leone
,
Lamberto Maggiorani
,
Enzo Staiola
,
Lianella Carell
,
Gino Saltamerenda
Vittorio De Sica
,
Cesare Zavattini
,
Suso Cecchi D'amico
,
Adolfo Franci
,
Suso Cecchi D\'amico
,
Oreste Biancoli
,
Gerardo Guerrieri
Vittorio De Sica
,
Giuseppe A
Imdb:8.4
Bugün tanıtmak istediğim,izlenimlerimi paylaşmak istediğim,çok eski,kült bir film;Bisiklet Hırsızları..
Yaklaşık olarak on sene önce izledim ben bu filmi.Ama bende öyle bir yer etmiş ki,dün gibi hatırlıyorum hissettirdiklerini.Yoksulluğun,çaresizliğin,umutsuzluğun,bitmişliğin portresini o kadar güzel tasvir etmiş ki yönetmen,kolay kolay zihinlerden silinecek gibi değil..
1948'lerin Roma'sı..II.Dünya Savaşı'nın hemen sonrası.Halk yorgun-bitkin...Ama bir şekilde nefes almaya devam etmek zorundalar.Çünkü bakılması gereken çocuklar ve yaşanması gereken bir hayatları var herşeye rağmen..
Bizim kahramanımız Antonio Ricci'de işte bu şartlar altında,bir iş bulup,ailesine bakmak zorundadır.Bu çaresizlik içinde bir umut ışığı belirir ve kendine bir iş bulur.Yalnız işe başlayabilmesi için bir bisiklete ihtiyacı vardır.Bisikleti tedarik etmeyi başarır.Bir süre sonra bisikleti çalınır.Bisikletin çalınması demek 'aç kalmak'demek,'yitiriliş'demek..O bisiklet o kadar çok şeyi temsil ediyor ki..İçinde kocaman hüzünler barındırıyor.Antonio polise başvurduğunda da,polis ''yapabilecek birşeyleri olmadığını,kendi imkanlarıyla bulmalarını''söylüyor.Kahramanımızda oğluyla birlikte,karış-karış Roma sokaklarını dolaşmaya başlıyor.
Vittoria De Sica'nın siyah-beyaz bu şaheserini bir şekilde izleyin..Duygu yoğunluğunun çok fazla olduğu bir film.Öyle ki,ben 2.'ye izlemeye cesaret edemiyorum..
2013'ün dünyasından sıyrılıp,1948'lere gitmek,o zamanın atmosferini hissetmek hatta içine girmek apayrı bir deneyim olacak filmi izlemeyenler için.
Savaşın kötülüğünü hiçbir ırk,hiçbir millet,hiçbir insan,hiçbir çocuk yaşamasın..Barış için herkes üzerine düşen görevi yapsın..Herşey en yakınındakini sevmekle başlar..Huzurlu bir dünya dileğiyle..
FRAGMAN
Bisiklet Hırsızları, Ladri Di Biciclette
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full İzle)
The Shining / Cinnet
The Shining / Cinnet
Yönetmen : Stanley Kubrick
Eser: Stephen King
Senaryo : Stanley Kubrick & Diane Johnson
Yapım yılı: 1980
Ülke: ABD
Yönetmen : Stanley Kubrick
Eser: Stephen King
Senaryo : Stanley Kubrick & Diane Johnson
Yapım yılı: 1980
Ülke: ABD
Tür: Gerilim, Korku, Kült
IMDb: 8.5
Oyuncular : Jack Nicholson, Shelley Duvall, Danny Lloyd, Scatman Crothers
İki yetişkin arasındaki gerilimin voltajı ne kadar yüksek olabilir? Bir zamanlar birbirini çok sevmiş bir erkekle bir kadın birbirlerinden ne kadar rahatsız olabilirler? Bir kadın en yakını olan adamdan, aynı yatağı paylaştığı insandan ne kadar korkabilir? İnsan defalarca seviştiği bir bedene zarar vermek isteyebilir mi? Bir aile her şeyden ve herkesten uzaktayken daha mı huzurlu olur yoksa aralarındaki anlaşmazlıklar daha mı belirgin hale gelir?
İnsan yalnız doğan ve yalnız ölen bir varlık. Kendimize yakın hissettiğimiz insanları eş olarak seçiyoruz, seviyoruz, sevişiyoruz, mimiklerinden ruh halini anlamaya, kalbindeki düğümleri bile tek tek sevmeye başlıyoruz. İki kişinin kurduğu birlik muazzam. Elini sevdiğin insanın avucuna bırakıp güvenle yürümek mükemmel.Dünyanın en sevimsiz yolunda yürüsen bile her şey gözüne güzel görünüyor o anlarda. Sevdiğin insanın göğsüne başını koyup da uyuduğun uyku pamuklara sarmalanmışsın gibi dinlendirici, uyanıp da yanıbaşında onu görmek mutluluk.
Peki sevgi korunabilir mi? Ya da göğsüne yattığın adam seni fiziken incitmek için kovalarken hala devam edebilir mi? Kollarınla sardığın kadınla arana ait olduğun toplumun yükleri, işin, işsizliğin, kötü alışkanlıkların girebilir mi?
Bir cinnet, kapalı alan sendromu,sürekli yağan kar? Hangisi?!
Stephen King'in 1977' de yazdığı romanı ''The Shining'' (Ülkemizde 'Medyum' adıyla yayınlanmıştır.) Torrance ailesinin korkunç öyküsünü anlatırken bu soruların cevabını arıyor. Roman, 1980'de Stanley Kubrick tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı.
Stanley Kubrick çağımızın en önemli yönetmenlerinden biri. Her filminde yeni çekim teknikleri denemekten kaçınmayan bir reformist. Eserlerini çekerken zamandan tasarruf etmemesi, filmin her ayrıntısıyla detaylı şekilde ilgilenmesiyle meşhur. Ünlü yönetmen, büyük studyoların esiri olmamak için çekeceği filmleri en ince detayına kadar planladıktan sonra anlaşmalar yapmış, böylece özgürce çalışma imkanı bulabilmiş.
Mükemmeliyetçiliğiyle tanınan Kubrick, kafasında canlandırdığı sahneyi perdeye aktarabilmek için en basit sahneleri bile yüzlerce kez tekrarlatmış bir yönetmen. Bu özelliğini '' The Shining'' de de sonuna kadar kullanmış. Oyuncuları bitmek bilmeyen tekrarlardan bunalttığı olmuş; hatta, tam beğenmediği için filmin ilk gösteriminden sonra bile montajla değişiklikler yapmış.
Önümüzdeki sene filmin 35. yıldönümü sebebiyle bir etkinlik düzenlenecek. Bu vesileyle gelmiş geçmiş en korkunç filmlerden biri olan 'The Shining' efsanesinden biraz bahsetmek isterim.
Öncelikle sıkı bir King okuru olarak söyleyebilirim ki; King romanları şahanedir, film uyarlamaları çoğunlukla berbat. Bir istisna haricinde; ''The Shining''. Ne yazık ki Stephen King bu filmden nefret etmiş, ''benim eserimi mahvetti '' diyerek Kubrick'e gönül koymuş, seneler sonra bir de kendi versiyonunu çekmiştir.
Oysa filmi kült bir esere dönüştüren; yönetmenin dehasıdır.
Baş kahramanımız Jack Torrence, alkol sorunu ve sinirine hakim olamaması yüzünden öğretmenlik işini kaybeden amatör bir yazar. Hayatına çekidüzen verebilmek ve yarım bıraktığı kitabını tamamlayabilmek için bir dağ otelinin kış bakıcılığı işini kabul eder. Eşi Wendy ve telepatik yetenekleri olan ufak oğulları Danny ile birlikte kışı mevsimde tamamen ıssız olan Overlook otelinde geçireceklerdir.
Otel bir Kızılderili mezarlığının üzerinde yükselmiş ve kurulduğu zamandan beri beyaz Amerikalı iş adamlarını, politikacılarını, kapitalist sistemin patronlarını zevkle ağırlamıştır. Amerika'nın Kızılderili yerlilerin kanı üzerinde yeni ve vahşi bir medeniyet kurduğu gibi..
Torrence ailesi ise, sıradan,orta sınıf Amerikan çekirdek ailesidir.
Kubrick; ırkçılıktan hiç hoşlanmadığı bilinen bir insan. Overlook otelinin her detayında Kızılderilileri görmemizi sağlamış. Yer döşemeleri, ünlü asansörün süslemeleri, avizeler, tavan süslemeleri hep onlara ait motiflerden oluşturulmuş.
King romanında otelin şeytani doğaüstü güçlerini daha çok vurgularken; Kubrick politik göndermeler yapmış.
Romanda otelin laneti kahramanımızın ruhundaki gediklerden yavaş yavaş sızarak delirmesine sebep olmaktadır. Filmde ise kahramanımızın sistem karşısında küçük kalışı, alkolizm problemi ve kısıtlı bir alanda sıkışıp kalmanın yarattığı buhranı (Cabin Fever) anlatılır.
King kötülüğü dışarıya, arazinin ve otelin lanetine bağlarken; Kubrick insan ruhunun dehlizlerinin yeterli olduğunu düşünmüş, ötesini muğlak bırakmış fakat kesin olarak reddetmemiştir.
Kubrick, gerilimin dozunu gıdım gıdım arttırarak finale kadar bizleri ekrana kilitliyor. Jack Torrence keçileri istikrarlı bir yavaşlıkla kaçırırken eşi ve oğlunun korkusu seyirciye yansıyor.
Jack Torrence rolunde Nicholson efsanevi bir oyun sergiliyor. Tüm mimik ve beden hareketleriyle canlandırdığı karaktere adeta hayat veriyor. Shelley Duvall ise Wendy Torrence' ın üzerine sinmiş kaygıyı, korkusunu hatta ilişkisini sorun çıkmadan yürütme çabasını bana göre mükemmel canlandırıyor. Filme dair ilginç detaylardan biri de, çocuk oyuncu Danny Lloyd'un film gösterime girene kadar korku filminde oynadığını bilmemesi. Stanley Kubrick kendisiyle özel olarak ilgilenmiş, her sahnesi ayrı ve itinayla çekilmiş.
Defalarca izleseniz, hikayeyi ezberlemiş olsanız da bu filmi her izlediğinizde aynı gerilimi ve korkuyu yeniden yaşıyorsunuz.
Yönetmenin ve ekibin özenli çalışmasının yanında; ''The Shining''i bunca senedir izlenir, konuşulur kılan şeyin şiddeti ve korkuyu en güvenli alanımıza sokması olduğunu düşünüyorum.
Küçük bir aile bireylerinin, her şeyden izole bir ortamda kendi yalnızlıklarına ve kaygılarına gömülmeleri ustaca anlatılıyor. Birbirinin en yakını olan insanların bu yalnızlıkta yüzleşemedikleri her kusurlarını karşılarındakine yansıtmaları, bunun doğurduğu gerilim, korku ve şiddet çok ürkütücü.
İnsan ister istemez kendini kahramanların yerine koyuyor. İster istemez en sevdiklerinle olan bağını sorguluyorsun. Kar yağarken mutlulukla elini tutup yürüdüğün sevgilinin, karlarla kaplı bir dağda yalnız kaldığınızda ince ince delirerek sana neler yapabileceğini merak ediyorsun. Senin ona neler yapabileceğini merak ediyorsun. İnsan ruhunun çılgınlığının sınırlarını farkediyorsun...
İzlemeye, üzerinde düşünmeye değer !
IMDb: 8.5
Oyuncular : Jack Nicholson, Shelley Duvall, Danny Lloyd, Scatman Crothers
İki yetişkin arasındaki gerilimin voltajı ne kadar yüksek olabilir? Bir zamanlar birbirini çok sevmiş bir erkekle bir kadın birbirlerinden ne kadar rahatsız olabilirler? Bir kadın en yakını olan adamdan, aynı yatağı paylaştığı insandan ne kadar korkabilir? İnsan defalarca seviştiği bir bedene zarar vermek isteyebilir mi? Bir aile her şeyden ve herkesten uzaktayken daha mı huzurlu olur yoksa aralarındaki anlaşmazlıklar daha mı belirgin hale gelir?
İnsan yalnız doğan ve yalnız ölen bir varlık. Kendimize yakın hissettiğimiz insanları eş olarak seçiyoruz, seviyoruz, sevişiyoruz, mimiklerinden ruh halini anlamaya, kalbindeki düğümleri bile tek tek sevmeye başlıyoruz. İki kişinin kurduğu birlik muazzam. Elini sevdiğin insanın avucuna bırakıp güvenle yürümek mükemmel.Dünyanın en sevimsiz yolunda yürüsen bile her şey gözüne güzel görünüyor o anlarda. Sevdiğin insanın göğsüne başını koyup da uyuduğun uyku pamuklara sarmalanmışsın gibi dinlendirici, uyanıp da yanıbaşında onu görmek mutluluk.
Peki sevgi korunabilir mi? Ya da göğsüne yattığın adam seni fiziken incitmek için kovalarken hala devam edebilir mi? Kollarınla sardığın kadınla arana ait olduğun toplumun yükleri, işin, işsizliğin, kötü alışkanlıkların girebilir mi?
Bir cinnet, kapalı alan sendromu,sürekli yağan kar? Hangisi?!
Stephen King'in 1977' de yazdığı romanı ''The Shining'' (Ülkemizde 'Medyum' adıyla yayınlanmıştır.) Torrance ailesinin korkunç öyküsünü anlatırken bu soruların cevabını arıyor. Roman, 1980'de Stanley Kubrick tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı.
Stanley Kubrick çağımızın en önemli yönetmenlerinden biri. Her filminde yeni çekim teknikleri denemekten kaçınmayan bir reformist. Eserlerini çekerken zamandan tasarruf etmemesi, filmin her ayrıntısıyla detaylı şekilde ilgilenmesiyle meşhur. Ünlü yönetmen, büyük studyoların esiri olmamak için çekeceği filmleri en ince detayına kadar planladıktan sonra anlaşmalar yapmış, böylece özgürce çalışma imkanı bulabilmiş.
Mükemmeliyetçiliğiyle tanınan Kubrick, kafasında canlandırdığı sahneyi perdeye aktarabilmek için en basit sahneleri bile yüzlerce kez tekrarlatmış bir yönetmen. Bu özelliğini '' The Shining'' de de sonuna kadar kullanmış. Oyuncuları bitmek bilmeyen tekrarlardan bunalttığı olmuş; hatta, tam beğenmediği için filmin ilk gösteriminden sonra bile montajla değişiklikler yapmış.
Önümüzdeki sene filmin 35. yıldönümü sebebiyle bir etkinlik düzenlenecek. Bu vesileyle gelmiş geçmiş en korkunç filmlerden biri olan 'The Shining' efsanesinden biraz bahsetmek isterim.
Öncelikle sıkı bir King okuru olarak söyleyebilirim ki; King romanları şahanedir, film uyarlamaları çoğunlukla berbat. Bir istisna haricinde; ''The Shining''. Ne yazık ki Stephen King bu filmden nefret etmiş, ''benim eserimi mahvetti '' diyerek Kubrick'e gönül koymuş, seneler sonra bir de kendi versiyonunu çekmiştir.
Oysa filmi kült bir esere dönüştüren; yönetmenin dehasıdır.
Baş kahramanımız Jack Torrence, alkol sorunu ve sinirine hakim olamaması yüzünden öğretmenlik işini kaybeden amatör bir yazar. Hayatına çekidüzen verebilmek ve yarım bıraktığı kitabını tamamlayabilmek için bir dağ otelinin kış bakıcılığı işini kabul eder. Eşi Wendy ve telepatik yetenekleri olan ufak oğulları Danny ile birlikte kışı mevsimde tamamen ıssız olan Overlook otelinde geçireceklerdir.
Otel bir Kızılderili mezarlığının üzerinde yükselmiş ve kurulduğu zamandan beri beyaz Amerikalı iş adamlarını, politikacılarını, kapitalist sistemin patronlarını zevkle ağırlamıştır. Amerika'nın Kızılderili yerlilerin kanı üzerinde yeni ve vahşi bir medeniyet kurduğu gibi..
Torrence ailesi ise, sıradan,orta sınıf Amerikan çekirdek ailesidir.
Kubrick; ırkçılıktan hiç hoşlanmadığı bilinen bir insan. Overlook otelinin her detayında Kızılderilileri görmemizi sağlamış. Yer döşemeleri, ünlü asansörün süslemeleri, avizeler, tavan süslemeleri hep onlara ait motiflerden oluşturulmuş.
King romanında otelin şeytani doğaüstü güçlerini daha çok vurgularken; Kubrick politik göndermeler yapmış.
Romanda otelin laneti kahramanımızın ruhundaki gediklerden yavaş yavaş sızarak delirmesine sebep olmaktadır. Filmde ise kahramanımızın sistem karşısında küçük kalışı, alkolizm problemi ve kısıtlı bir alanda sıkışıp kalmanın yarattığı buhranı (Cabin Fever) anlatılır.
King kötülüğü dışarıya, arazinin ve otelin lanetine bağlarken; Kubrick insan ruhunun dehlizlerinin yeterli olduğunu düşünmüş, ötesini muğlak bırakmış fakat kesin olarak reddetmemiştir.
Kubrick, gerilimin dozunu gıdım gıdım arttırarak finale kadar bizleri ekrana kilitliyor. Jack Torrence keçileri istikrarlı bir yavaşlıkla kaçırırken eşi ve oğlunun korkusu seyirciye yansıyor.
Jack Torrence rolunde Nicholson efsanevi bir oyun sergiliyor. Tüm mimik ve beden hareketleriyle canlandırdığı karaktere adeta hayat veriyor. Shelley Duvall ise Wendy Torrence' ın üzerine sinmiş kaygıyı, korkusunu hatta ilişkisini sorun çıkmadan yürütme çabasını bana göre mükemmel canlandırıyor. Filme dair ilginç detaylardan biri de, çocuk oyuncu Danny Lloyd'un film gösterime girene kadar korku filminde oynadığını bilmemesi. Stanley Kubrick kendisiyle özel olarak ilgilenmiş, her sahnesi ayrı ve itinayla çekilmiş.
Defalarca izleseniz, hikayeyi ezberlemiş olsanız da bu filmi her izlediğinizde aynı gerilimi ve korkuyu yeniden yaşıyorsunuz.
Yönetmenin ve ekibin özenli çalışmasının yanında; ''The Shining''i bunca senedir izlenir, konuşulur kılan şeyin şiddeti ve korkuyu en güvenli alanımıza sokması olduğunu düşünüyorum.
Küçük bir aile bireylerinin, her şeyden izole bir ortamda kendi yalnızlıklarına ve kaygılarına gömülmeleri ustaca anlatılıyor. Birbirinin en yakını olan insanların bu yalnızlıkta yüzleşemedikleri her kusurlarını karşılarındakine yansıtmaları, bunun doğurduğu gerilim, korku ve şiddet çok ürkütücü.
İnsan ister istemez kendini kahramanların yerine koyuyor. İster istemez en sevdiklerinle olan bağını sorguluyorsun. Kar yağarken mutlulukla elini tutup yürüdüğün sevgilinin, karlarla kaplı bir dağda yalnız kaldığınızda ince ince delirerek sana neler yapabileceğini merak ediyorsun. Senin ona neler yapabileceğini merak ediyorsun. İnsan ruhunun çılgınlığının sınırlarını farkediyorsun...
İzlemeye, üzerinde düşünmeye değer !
Yazı:
Fragman:
The Shining/ Cinnet
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full izle)
The Shining / Cinnet
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)
Breakfast at Tiffany's
Breakfast at Tiffany's
Çılgınlar Kraliçesi / Tiffany'de Kahvaltı
Yönetmen: Blake Edwards
Eser: Truman Capote
Senaryo: George Axelrod
Yapım yılı: 1961
Ülke: ABD
Tür: Romantik Komedi, Klasik, Kült
IMDb: 7.8
Oyuncular: Audrey Hepburn, George Peppard, Patricia Neal, Buddy Ebsen
Breakfast at Tiffany's /Tiffany'de Kahvaltı; çağdaş Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından ve en renkli kişiliklerinden olan Truman Capote'un kısa romanından uyarlanmış bir klasik.
Truman Capote mutsuz geçen çocukluğunun kötü izlerini, içinin zehrini, yazarak aşmaya çalışmış bir yazar. Eserlerinde yalnızlık, bir yere ait olma arzusu, zamanı durdurup çocuk kalma arzusu temalarına rastlayabiliriz. Capote'un kahramanları da, biraz kendisi gibidir. Çemberin hem içinde, hem dışında insanlar...
Çocukken yaşadığı tüm yalnızlığı ve mutsuzluğu, yazma yeteneğine sığınarak bertaraf etmeye çalışan Capote; ilk kitabı ''Başka Sesler, Başka Odalar'' ın ardından büyük bir üne kavuşmuş. New York sosyetesi onu tüm havalı partilerinde görmek istemiş. Capote, New York'un gösterişli ve pırıltılı dünyasında epeyce eğlenmiş ve gözlem yapma fırsatı bulmuş.
'' Tiffany'de Kahvaltı'' yazarın bu gözlemlerinden büyük izler taşıyan bir eser: kahramanlarının kalabalık içindeki yalnızlıklarıyla, büyük şehirde ''yırtmaya, tutunmaya'' çalışmalarıyla...
Baş kahramanımız ''Holly'' yaratıcısı Capote'a oldukça benzemektedir aslında. Sevimli, eğlenceli ve aidiyet hissini bir türlü yakalayamayan; kalabalıklar içerisinde eğlenceli yüzüyle yer edinmeye çalışan taşralı bir çocuk...
Açılış sahnesinde Holly'yi tüm zerafetiyle ünlü mücevher mağazası Tiffany's in vitrinine bakarak kahve ve kruvasandan oluşan kahvaltısını yaparken görürüz. Burası onun kendini güvende hissettiği, ne zaman üzgün olsa gelip sığındığı parıltılı ve ihtişamlı korunağıdır.
Evine dönüp uyku gözlükleriyle daldığı gündüz uykusundan yeni üst komşusu Paul Varjak tarafından uyandırılır. Paul Varjak hikayemizin bir diğer ''tutunamayanı'', deneyimsiz bir yazardır. Holly ile ilk andan itibaren sıcak bir dostluk kurarlar. Holly; Paul ona erkek kardeşini anımsattığı için onun adı olan ''Fred'' şeklinde hitap etmeyi tercih edecektir.
Holly romanda bir telekız olarak betimlenmişken, filme bu aktarılmamış, yaşamını zengin dostlarını tırtıklayarak idame ettiren eğlenceli, havai, saf ve gözde bir parti kızı resmedilmiştir. Paul ise romanda da, filmde de, jigololuk yapan, sadece tek bir kitabı olan bir yazar olarak betimlenmiştir.
Film hiçbir yere ve hiç kimseye ait olamayan, kişisel çıkarlarını, hayatta kalma çabalarını kalplerinin sesinin önüne koymuş kahramanlarımızın incecik bir zerafetle ve hayatın akışında doğal bir yavaşlıkla birbirlerine tutunmalarını anlatıyor.
Holly evine eşya almayan, kedisine bir isim koymayan bir kadın. Bağsız ve özgür olmak istiyor, hem de umutsuzca bir yere yerleşmek, bir şeylere ait olmak isterken. O kadar zarif ve sevimli ki; canını yaktığı insanlar ona kızamıyorlar. Biz de seyirci gözüyle onun tüm vahşi tavırlarını, sinsi planlarını hoş görüyoruz.
Audrey Hepburn dillere destan zerafeti ve mükemmel oyunculuğuyla Holly'nin neşeli yüzünün gerisinde yatan hüznü ustaca aktarıyor bizlere.
Pembe Panter serisinin unutulmaz yönetmeni Blake Edwards, eseri beyazperdeye aktarırken bir parça daha muhafazakarlaştırmakla birlikte, sinema tarihinin en sevilen kült eserlerinden birini yaratmış.
Bu filmle beraber Holly karakteri ve karaktere hayat veren Audrey Hepburn ikonlaşmış, ölümsüzleşmiştir. Holly'nin sigarasıyla verdiği unutulmaz pozunu dünyanın her yerinde duvarlarda tablo, poster, defterlere kapak, çantalara baskı şeklinde görmekteyiz.
'Tiffany'de Kahvaltı' filmi, kısa romanını gölgede bırakacak kadar efsanevi bir eser. İkisinin de yeri ayrı bana kalırsa. Biraz daha karanlık bir taraftan bakmak isterseniz kitabı okumanızı, filmi de muhakkak izlemenizi tavsiye ederim.
Ben, canım sıkıldıkça ''Tiffany'de kahvaltı'' yapmaya gidemesem de; ''Tiffany'de Kahvaltı'' yı izlerim :) Çok katmanlı ve derin bir öyküyü anlatmasına rağmen, insanın omuzlarından dökülen sıcacık bir şal gibi saran büyülü bir havası vardır. Pek çok insanın defalarca izlemekten bıkmadığı bu filmin sırrı biraz da bundan ileri gelmektedir.
60' lar New York'un da sahici kahramanların, mutlak iyi olmayan iki insanın hikayesine dalıp gitmek, her zaman iyi gelir insana.
Belki de, bizler de kusursuz olmadığımızdan. Belki de dış dünyaya umursamaz, cool, eğlenceli gösterdiğimiz kabuklarımızın içinde aidiyet hissini yakalamayı umutsuzca isteyen ve de bundan deli gibi korkan incinmeye açık yumuşak taraflarımız olduğundan...
Aşk vardır ve aşk herkes için vardır. Masallarda betimlenen pür saflıkta prensesler; daimi centilmen prensler olmasak da...Geçmiş can kırıklıklarımız yüzümüze birer umursamazlık peçesi; kalbimize taştan bariyerler olarak oturmuş olsa da. Birer beceriksiz, birer tutunamayan olsak da, aşk vardır. Ve aşk, görkemli, ışıl ışıl bir mücevher mağazasında gezintiye çıkmak kadar özeldir.
Bunu hatırlamak istediğinizde, şifa niyetine bir doz ''Tiffany' de Kahvaltı '' izleyin. İlaç gibi gelecektir..
Yazı:
Fragman:
Breakfast at Tiffany's / Çılgınlar Kraliçesi / Tiffany'de Kahvaltı
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full hd izle)
The Light At The Edge Of The World
Filmin Yönetmeni Kevin Billington
Yapım Yılı 1971 – Macera
Ülke Liechtenstein
Dil Türkçe Dublaj
Senaryo yazarı Jules Verne, Tom Rowe
Yayınlanan Tarih 01 Şubat 1973
Başrol Oyuncuları Kirk Douglas, Yul Brynner, Fernando Rey, Jean-claude Drouot, Samantha Eggar
Yapım Yılı 1971 – Macera
Ülke Liechtenstein
Dil Türkçe Dublaj
Senaryo yazarı Jules Verne, Tom Rowe
Yayınlanan Tarih 01 Şubat 1973
Başrol Oyuncuları Kirk Douglas, Yul Brynner, Fernando Rey, Jean-claude Drouot, Samantha Eggar
Çocukluğumun Unutulmaz Filmi Dünyanın Ucundaki Fener;
Dünyanın Ucundaki Fener 1971 ABD, Lihtenştayn, İspanya ortak yapımı macera gerilim filmidir. Özgün adı The Light at the Edge of the World dür.
Senaryosunu Fransız yazar Jules Verne'in ölümünden hemen sonra yayınlanan 1905 tarihli aynı adlı romanından (Fr:Le Phare du Bout du Monde) Tom Rowe'un uyarlayarak yazdığı filmi Kevin Billington yönetmiştir. Başlıca rollerinde Kirk Douglas, Yul Brynner, Samantha Eggar, Fernando Rey, Jean-Claude Drouot ve Renato Salvatori oynamışlardır. Kirk Douglas aynı zamanda filmin yapımcılığını da üstlenmiştir. Filmin müzikleri Piero Piccioni'ye aittir.
1865 yılında Güney Amerika kıtasının en uç köşesindeki Horn Burnu'nda
ıssız kayalık bir adada bulunan deniz feneri korsanlar tarafından ele
geçirilir. Fener ışıklarının yerini değiştirerek gelip geçen yolcu
gemilerini kayalara oturtup batırmaya sonra da yağmalamaya çalışan
korsanlarla, hayatta kalan fener bekçisi (Kirk Douglas) arasındaki ölümüne mücadelenin konu edildiği bu macera filminin çekimleri İspanya'da gerçekleştirilmiştir.
Hatırı sayılır büyüklükteki bütçesine, prestijli stüdyoların desteğine, çekimlerin gerçekleştirildiği egzotik mekanlara ve ünlü Hollywood yıldızlarının varlığına rağmen film gişede başarısızlığa uğradı. Bunun nedenleri arasında şiddet unsurları içeren filmin sansür kurulundan istenilen derecelendirmeyi alamayıp hedef kitlesine ulaşamaması, sansürü aşabilmek için yapımcıların kurguda çok sayıda bölümü çıkarmaları ve bunun sonucunda filmin bütünlüğünün ve akıcılığının bozulması, senaryonun zayıflığı, yavan diyaloglar ve filmin tanıtımının yeterince yapılamamış olması, pazarlama taktiklerindeki hatalar son olarak da Piero Piccioni'nin olağanüstü müziğine filmde çok az yer verilmiş olması sayılabilir. Bunlara tanıtım yazılarının estetikten yoksun oluşunu da ekleyenler vardır.
The Light At The Edge Of The World , Dünyanın Ucundaki Fener
(Türkçe Dublaj Tek Part Full izle)
(Türkçe Dublaj Tek Part Full izle)
Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
Yönetmen: Chan- Wook Park
Senaryo: Garon Tsuchiya, Nobuaki Minegishi, Chan- Wook Park, Chun Hyeong Lim, Jo -Yun Hwang
Yapım Yılı: 2003
Ülke: Kore
Tür, Drama, Mistik,Gerilim, Kült
IMDb: 8.4
Oyuncular: Min-sik Choi, Ji-tae Yu, Hye-jeong Kang
+18 sahneler içermektedir…
Eskilerden, tekrar tekrar izlenebilen, aşırı rahatsız edici, ironiktir; bir o kadar da muazzam bir filmden bahsetmek istiyorum size:
Oldeuboi /Oldboy
2004 yılında Cannes Film Festivali'nde Jüri özel ödülü alan bu film, gerçekten hassas bünyeler için sarsıcı olabilir.
IMDb top 250'de 70. sırada yer alan uzak doğu sinemasının bu kült eserini izlememek bir kayıp, izlemekse ciddi bir tokat yemeye hazırlanmakla eşdeğer.
Oldeuboi /Oldboy
2004 yılında Cannes Film Festivali'nde Jüri özel ödülü alan bu film, gerçekten hassas bünyeler için sarsıcı olabilir.
IMDb top 250'de 70. sırada yer alan uzak doğu sinemasının bu kült eserini izlememek bir kayıp, izlemekse ciddi bir tokat yemeye hazırlanmakla eşdeğer.
Filmin açılışında, kahramanımız Oh Dae Su ile bir karakolda sarhoş vaziyette iken tanışıyoruz. Kendisini gördüğümüz ilk anlarda, ileri derecede sarhoş oluşuna ve karakoldakilere kızına aldığı doğum günü hediyesini neşeyle gösterişine şahit oluyoruz.
Adının anlamının ''insanlarla iyi geçinen'' olduğunu söylüyor ve ortalığı birbirine katıyor. Arkadaşı tarafından karakoldan kurtarıldıktan sonra yaptığı ilk iş, bir telefon kulübesinden o gün doğum günü olan küçük kızını arayıp kutlamak ve birazdan hediyesi ile birlikte evde olacağını müjdelemek oluyor.
Ancak, ne yazık ki bu sözünü tutması mümkün olmuyor.
Kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Oh Dae Su'yu bir daha görebildiğimizde, 15 yıl boyunca tutsak edileceği odada neler olduğunu anlamaya çalışıyor.
Kahramanımız da bizler gibi, orada neden alıkonulduğunu, bunun ne kadar süreceğini bilemiyor.. Gazlarla uyutuluyor, yemeği veriliyor, odası temizleniyor..
Ama o, neden tutsak olduğunu bilmiyor!
Onu kimin orada tuttuğunu bilmiyor!
Bir yıl geçtiğinde; odasındaki televizyondan karısının korkunç bir cinayete kurban gittiğini ve kendisinin de en büyük şüpheli olduğunu öğreniyor...
Ama o, neden tutsak olduğunu bilmiyor!
Onu kimin orada tuttuğunu bilmiyor!
Bir yıl geçtiğinde; odasındaki televizyondan karısının korkunç bir cinayete kurban gittiğini ve kendisinin de en büyük şüpheli olduğunu öğreniyor...
Cinayeti onu tutsak edenlerin işlediğine kanaat getirdiğinden, intikam yemini ediyor.
Çıplak yumruklarıyla duvarları döverek idman yapan Oh Dae Su; fiziken oldukça güçleniyor.
Çıplak yumruklarıyla duvarları döverek idman yapan Oh Dae Su; fiziken oldukça güçleniyor.
15 yıl sonra bir gün aniden serbest kalıyor. Bir hipnoz uzmanı tarafından hipnotize edildikten sonra; kendisini tutsak edenler, aniden bırakıveriyorlar esirlerini...
Öykünün bundan sonraki kısmını anlatmak uygun düşmez, zaten asıl hikaye burada başlıyor.
İnce ince işlenmiş bir intikam hikayesi, hatta dinlediğim en sert intikam hikayesi diyebilirim.
İzleyici olarak ağır bir psikolojik şiddete maruz kalıyoruz aslında..
Ağır sahneler tahammül eşiğimizi zorluyor.
Hikayenin tahmin edilemeyen sonuna doğru ilerlerken sinirlerimiz bol bol geriliyor.
Pür kötülüğün, hain planların, oynanan oyunların ve harcanan emeğin büyüklüğünden başımız dönüyor.
Kahramanların acıları o kadar gerçek yansıtılıyor ki, yüzümüz gözümüz buruşmadan, midemiz büzüşmeden ekran karşısında oturmakta zorlanıyoruz..
Hikayenin tahmin edilemeyen sonuna doğru ilerlerken sinirlerimiz bol bol geriliyor.
Pür kötülüğün, hain planların, oynanan oyunların ve harcanan emeğin büyüklüğünden başımız dönüyor.
Kahramanların acıları o kadar gerçek yansıtılıyor ki, yüzümüz gözümüz buruşmadan, midemiz büzüşmeden ekran karşısında oturmakta zorlanıyoruz..
''İntikam'', ''ceza'', ''aşk'' kavramlarına yeniden bakıyoruz,
Belki de hayatımız boyunca bakmayı akıl dahi edemeyeceğimiz yerlerden bakıyoruz..
Şu an hatırlamadığımız birilerinin hayatında ne büyük izler bırakmış olabileceğimizi ve bundan bihaber yaşadığımızı düşünüyoruz.
Bugün hiç hatırlamadığımız birilerinin yaşam çizgilerinde önemli bir kırılmayız belki de..
Çok kızdığımız bir insana acıya bileceğimiz, onun acısıyla empati yapabileceğimiz gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz.
Belki de hayatımız boyunca bakmayı akıl dahi edemeyeceğimiz yerlerden bakıyoruz..
Şu an hatırlamadığımız birilerinin hayatında ne büyük izler bırakmış olabileceğimizi ve bundan bihaber yaşadığımızı düşünüyoruz.
Bugün hiç hatırlamadığımız birilerinin yaşam çizgilerinde önemli bir kırılmayız belki de..
Çok kızdığımız bir insana acıya bileceğimiz, onun acısıyla empati yapabileceğimiz gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz.
Hayatta anlayamaya bileceğimiz şeylerin de olduğunu fark ediyor;
insan doğasının, aşkın ve cinselliğin uzanabileceği uç noktaları düşünerek ürperiyoruz.
Bizlere iğrenç ve kabul edilemez gelen her şeyin;
ensestin, bir ahtapotu çiğ çiğ yemenin, insanlara ağır şiddet uygulamanın bir yerlerde birileri tarafından yaşanageldiğini idrak edip aklımızın sınırlarında geziniyoruz.
Aklımda kalan en vurucu cümle; '' Bir hayvandan daha aşağıda bile olsam, benim de yaşamaya hakkım yok mu? ''
Fragman:
Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full Hd İzle)
Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full Hd İzle)
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full Hd İzle)
Paris'te Son Tango / Ultimate Tango a Parigi /
Last Tango in Paris
Paris'te Son Tango / Ultimate Tango a Parigi / Last Tango in Paris
Yapım: Fransa / İtalya
Yıl: 1972
Tür: Drama, Romantik, Erotik, Kült
Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senaryo: Bernardo Bertolucci, Franco Arcalli
IMDb: 7.2
Oyuncular:
Marlon Brando, Maria Schneider
Marlon Brando, Maria Schneider
+18 sahneler içermektedir…
Çağımızın en büyük yönetmenlerinden Bernardo Bertolucci'nin uğruna dört ay hapis cezası aldığı; pek çok ülkede yasaklanmış kült filmi ''Paris'te Son Tango'' gösterime girdiği günden beri hakkında çok tartışılan bir eser..
Yönetmenin anavatanı İtalya' da film yasaklanarak kopyaları imha edilmiş ve vahşi seks sahnelerine yer verdiği gerekçesiyle Bertolucci cezaevine gönderilmiş.
Karakterlerini izleyicinin gözü önünde adım adım büyütmeyi, olgunlaştırmayı seven bir yönetmen Bertolucci. İzleyiciyi biraz mahrem alanlara rontgenci pozisyonunda sokmayı, kısıtlı alanlarda büyük öyküleri görsel bir şölen eşliğinde anlatmayı seviyor. Eserlerinin çoğunda politik bir ırmak; alttan alta, çok da sezdirmeden akıyor. Muhakkak geleneksel ilişkileri, kadını, erkeği, insan doğasını, öğrenilmiş doğruları, aileyi, kiliseyi, dini sorgulatıyor. Seksi de perdeye aktarmaktan hiçbir zaman kaçınmayan İtalyan yönetmenin, kariyerinde ve dünya sinema tarihinde çok önemli bir yeri var.
Paris'te Son Tango sinemaya seksi bu denli açık şekilde sokan ilk film. Sinema tarihinde ardılları için büyük bir reformist konumunda. İnsan doğasını, aşkı, cinselliği, ırkçılığı, faşizmi sorgulatan çok katmanlı kült bir eser.
Ortayaşlı bir Amerikalı olan taze dul Paul ve yirmisinde su damlası gibi bir Fransız kadını Jeanne kiralık bir daire arayışında, aynı dairede karşılaşırlar. Tanışır tanışmaz boş dairede duygusuz, kaba saba bir sevişme yaşarlar. Paul eşini yeni kaybetmiştir, yastadır aslında; Jeanne' de evlilik hazırlıkları yapmaktadır.
Aralarında sadece sekse dayalı bir ilişki başlar. Birbirlerinin isimlerini bile bilmemektedirler. Hikaye açılıp genişledikçe; olaylar genişlemeye başlar, sürpriz ve şoke edici bir finalle de nihayetlenir.
Normalde yan yana gelmesi mümkün olmayan, tamamen zıt iki insanın arasında geçen ''ilişki'' üzerinden, aşk, seks, faşizm, evlilik, insan doğası, kadının doğası, erkeğin doğası kavramlarına yakından bakma ve üzerinde düşünme fırsatı buluruz.
Marksist bir Amerikalı olan Paul ile Cezayir işgalinde görev yapmış bir albayın kızı olan Jeanne arasındaki ilişki reformist düşünce ile gelenekçi ve baskıcı düşünce arasındaki zıtlıkları da gözümüze sokar. Bertolucci gizemli, soğuk karakter Paul üzerinden aile, otorite, ilişkiler, evlilik gibi tüm gelenekçi olgulara sert eleştiri okları yağdırır...
Oyunculara baktığımız da, gelmiş geçmiş en büyük aktörlerden olan Marlon Brando; Paul rolune öyle ustaca hayat veriyor ki, ağdalandırmadan, inandırıcılığını yitirmeden dram nasıl aktarılır, tirat nasıl atılır görüyoruz..
Gencecik Maria Schneider kendisine şöhretin kapılarını aralayan bu yapımda, usta oyuncu Brando'ya başarıyla eşlik ediyor.. Filmin gösterime girmesinden çok yıllar sonra, meşhur ''terayağı'' sahnesinden dolayı kendini taciz edilmiş hissettiğini açıklaması ve yönetmenin de bu konudaki pişmanlığını dile getirmesi; filme dair enteresan detaylardan.
Her aşk aslında kapalı devre bir iletişimdir, her ilişkinin içeriğini sadece ve sadece yaşayanlar bilebilir. Her ilişki doğası gereği sabit kalmaz; tarafları da, ilişkinin dinamiği de süreç içerisinde gelişir, erginleşir. Her insan aslında sığınacak güvenli bir korunak arar...
Anne karnında yaşadığımız kapalı alanın güvenliğini küçük birer çocukken masa altlarında, dolap içlerinde minik ''yuva''lar kurarak ararken, birer yetişkin olduğumuzda ilişkilerde ararız...
Anne karnında yaşadığımız kapalı alanın güvenliğini küçük birer çocukken masa altlarında, dolap içlerinde minik ''yuva''lar kurarak ararken, birer yetişkin olduğumuzda ilişkilerde ararız...
Peki bulabilir miyiz? İnsan hep aradığı o sıcacık sarmalanma hissini sabit tutabilir mi? Bulduğunda mutlu olabilir mi? Arayışın; o ümitli yolun kendisini mi severiz; yoksa mutlu sonları mı? İnsanlar birbirlerini tanıyabilirler mi? Yoksa ne kadar vakit geçirmiş olurlarsa olsunlar hep birer yabancı olarak mı kalırlar?
Tüm bu sorular üzerine düşünmek için daima biraz vakit vardır. İnsan; kendi uçsuz bucaksız derinlerine inen merdivenlerden bazen bir sinema eseri rehberliğinde inebilir..
Sinemaya ucundan kıyısından birazcık ilgisi olan herkesin bu rehberliği alması, yani bu kült filmi izlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Fragman:
Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris
(TürkçeAltyazılı Tek Part Full Hd İzle)
Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris
(TürkçeAltyazılı Tek Part Full Hd İzle)
Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris
(Türkçe Dublaj Tek Part Full Hd İzle)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder