En Son Yayınlananlar:

30 Haziran 2013 Pazar

Henry: Portrait of a Serial Killer

Henry: Bir Seri Katilin Portresi
Özgün adı Henry: Portrait of a Serial Killer
 Yıl: 1986 
Ülke: ABD
Tür: Gerilim, Suç
 Yönetmen: John McNaughton
Oyuncular:  
Michael Rooker, Tom Towles, Tracy Arnold
IMDb: 7,1/10

  Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.] isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..

Bu bağımsız filmin yönetmeni John McNaughton aynı zamanda filmin yapımcılarından biridir ve Richard Fire'la birlikte senaryoyu da yazmış hatta filmin müziğine de katkıda bulunmuştur. 

Filmin yıldız oyuncuları yoktur, çoğunlukla az tanınmış veya tanınmamış oyuncularla çekilmiştir. Başlıca rollerinde Michael Rooker, Tom Towles ve Tracy Arnold oynamışlardır. Michael Rooker'ın ilk sinema filmidir.


Sadece adına bakıldığında ucuz bir slasher filmi izlenimi verse de, aslında film şimdiye kadar çevrilmiş en dehşet verici seri katil filmlerinden biridir. 


Öncelikle film gerçekte bir seri katil olan ve 2001 yılında cezasını çekmekte olduğu hapishanede ölen Henry Lee Lucas'ın soğukkanlı itiraflarına dayanmaktadır. Ayrıca diğer birçok slasher film gibi özel efektlere fazlaca baş vurulmaz ve katilin kimliği filmin en sonunda ortaya çıkmaz, o katil sıradan gibi gözüken gündelik yaşantısıyla başından beri seyirciyle birliktedir. 


Zaten filmi asıl ürkütücü ve rahatsız edici yapan da bu olağanüstü gerçeklilik duygusudur. Ayrıca film Amerika'nın yaldızlı görüntüsünün altında bir başka Amerika daha olduğunu gösteren az sayıda gerçekçi filmlerden biridir.


Film Henry Lee Lucas adlı bir seri katilin hayatından bir bölümü anlatır. Hapishaneden tanıştıkları ve aynı evi paylaştıkları kendisi gibi psikopat ve uyuşturucu bağımlısı arkadaşı Otis'le birlikte zevk için arka arkaya işledikleri bir dizi cinayet konu edilir. Bu canavarca cinayetleri durmaksızın işlerlerken hiçbir amaçları veya motivasyonları yoktur.


Bu bağımsız film $110,000 gibi düşük bir bütçeyle sadece bir ay gibi kısa bir sürede çekilmişti. ABD derecelendirme dairesi MPAA ile bir türlü mutabakata varılamaması nedeniyle tamamlandığı 1986 yılından 1989'a kadar gösterime verilemedi. 


Ancak o tarihe kadar Chicago Uluslararası Film Festivali başta olmak üzere birkaç festivalde gösterilebildi. İngiltere'de ise 1993 yılında gösterim izni alabilmiştir. Bu çok tartışma yaratmış film birçok kereler yasaklanmıştır.


Bu korkunç seri katil çiftin tüylerinizi diken diken eden hikayesini 86 yılı şartlarında oldukça başarılı aktaran ve IMDb puanı 7.1/10 olan Henry: Portrait of a Serial Killer filmini, bendeniz oldukça erken bir yaşta izlemiştim. Haliyle hiç unutamadığım filmler arasında yerini aldı.
 
1998 yılında bir devam filmi yapılmıştır. Henry: Portrait of a Serial Killer, Part 2 adındaki bu film ilki kadar ses getirmedi.


FRAGMAN


Henry: Portrait of a Serial Killer - Henry: Bir Seri Katilin Portresi
(Türkçe altyazılı Tek Parça Full izle)

Monster

Monster, Cani
Yayın tarihi: 2004
Tür:  BiyografiDramSuç
Yönetmen: Patty Jenkins
Ülke: ABD
Oyuncular:
 Charlize Theron, Christina Ricci, Bruce Dern, Scott Wilson 
IMDb: 7.3/10 



 Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.] isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..

Bu filmden bahsetmeden önce Charlize Theron mucizesine değinmek gerekiyor. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Charlize Theron bu film için adeta Aileen Wuornos (filmin konusunu oluşturan gerçek bir seri katil) haline gelmiştir. Hem fiziksel olarak hem oyunculuk olarak inanılması güç bir iş çıkarmış. 


Ben ciddi bir sinema sever olarak böyle bir oyunculuğu bir tek The Doors filminde Jim Morrison'ı canlandıran Val Kilmer'dan gördüm.


Val Kilmer'da rolünü yaptığı Jim Morrison karakterine öylesine bürünmüştü ki, Morrison gibi görünüyor, görüntüsü bir yana Morrison parçalarını kendi sesiyle söyleyebiliyor ve fark anlaşılmıyordu, Morrison gibi alkol alıyordu ve filmden sonra 2 yıl alkol tedavisi görmesi gerekmişti. Charlize Theron aynı şekilde rolüyle özdeşleşmiş, rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Öyle ki katilin elimizde olan gerçek resimleriyle Charlize Theron'un filmdeki görüntülerini karşılaştırdığımızda, hangisinin gerçek Aileen Wuornos olduğunu algılayamıyoruz.



Charlize Theron yarattığı bu oyunculuk mucizesiyle tabii ki hakkı olan "En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Drama, En İyi Kadın Oyuncu SAG Ödülü,

Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Independent Spirit En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Broadcast Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Satellite Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini silmiş ve süpürmüştür.


 Film, 1986'da halen sokaklarda fahişelik yaparak hayatta kalmaya çalışan ve sık sık şiddet gören Aileen Wuornos'ın, hayatının aşkı olacak Selby Wall'a bir barda rastlamasıyla başlıyor. 


Aileen rastlantı eseri, birazda mecburiyetten girdiği lezbiyen barında tanıştığı Selby Wall'a aşık olması ile başlayan ilişki sonucu hayatını düzene koymak, fahişeliği bırakmak ister. 



Ancak bu o kadar kolay olmayacaktır. Sevgilisine adeta bir erkek gibi göğüs gerip iyi yaşatmak isteyen Aileen tekrar fahişeliğe dönmek zorunda kaldığında ise cinayetlere başlayacaktır.


Filmde bir kadının seks işçisi olduktan sonra dışlanışı, topluma tekrar kabul edilmemesi ve sokaklarda gördüğü erkek şiddetine tepki gibi doğan seri cinayetler, çarpıcı bir dille anlatılmıştır. İzlenmesi gereken bir filmdir.

Yazı: OvErUyUz

Fragman
Monster , Cani
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)

Mr. Brooks


Yıl: 2007
Ülke: Abd
Yönetmen: Bruce A. Evans
 Senaryo: Bruce A. Evans, Raynold Gideon
 Türler: Gizem, Gerilim, Psikolojik
 Oyuncular:
Kevin Costner, Demi Moore, Dane Cook, Danielle Panabaker, William Hurt
IMDb: 7.3/10
 
 Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.] isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..

Sevecen ve ailesine düşkün bir yapısı olan Earl Brooks, aynı zamanda başarılı da bir ticaret adamıdır. Dışarıdan bakıldığında oldukça düzgün ve sıradan bir görüntü veren Brooks'un yaşamı, aslında sadece kendisinin bildiği büyük bir karanlığa sahiptir. 


İçinde ikinci bir kişilik barındıran Brooks, öldürmeye bağımlıdır. Bu korkunç özelliğinin farkında olarak mücadele etmeye çalışırken ikinci kişiliği Marshall, bu mücadeleleri boşa çıkarırcasına tüm varlığıyla yerinde durmaktadır. Üstelik ölümle beslenen varoluşundan son derece memnun, yeni planlar geliştirmektedir.




Bu arada Brooks'un kızı da okuldan eve dönmüştür ve garip davranışlar sergilemektedir. Bir süre sonra kızın okulunda bir cinayet işlendiği öğrenilir. Kızın işlediğine Brooks emindir. Olayın genetik temelli olduğunu düşünür.

Bana kalırsa film aceleci denebilecek bir senaryoyla, çok derin ve gizemli işlenebilecek olan çift kişiliklilik temasını biraz harcamışsa da bütün olarak baktığımızda enteresan bir seri katil filmidir. Filmde Marshall isimli ikinci karakter çok daha gizemli işlenebilir, seyirci çok daha çarpıcı sürprizlerle yerinden sarsılabilirdi. Buna rağmen IMDb puanı 7.4/10 olan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum..


Mr. Brooks (2007) Fragman



Mr. Brooks , Bay Brooks
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle)

American Psycho

Amerikan Sapığı
Yapım: ABD
Yıl: 2000
Yönetmen: Mary Harron
Oyuncular: 
Christian Bale, Willem Dafoe, Jared Leto 
Tür: Gerilim , Dram , Korku
 IMDb: 7.6 / 10


Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları [bknz.] isimli kapsamlı incelememizin içinde var olan bazı film tanıtımlarını ayrıca yayınlıyoruz. İncelemenin içinde sadece tanıtılar ve esinlenilen seri katil profilleri varken, burada filmi izleme şansınız da olacak..

Filmde aileden zengin, çok iyi okullarda okumuş yakışıklı ve saplantılı şekilde kendine aşık bir Wall Street broker'ı olan  Patrick Bateman'ın işlediği cinayetler anlatılır. 


80'li yılların Newyork'unu konu alan filmde, Christian Bale'in başarıyla canlandırdığı sapık karakterin yanı sıra, filmin özünde; baş karakterin yaşadığı çevrenin, ne kadar sapıkça ve saplantılı dengeler üzerine kurulu olduğu da konu alınır. Amerikan rüyası denilen A plus Newyork hayatına mensup karakterlerin, ne kadar tatmin olmaz, doymak bilmez, ölümüne rekabetçi ve yapmacık hayat tarzları sürdükleri, hatta her birinin adeta sapık potansiyeli olan tüketim toplumu insanları olduğu da anlatılır.

Amerikan Sapığı (2000)


Bu  sosyal saptamalarla seyirciye "Kim gerçek sapık.? İnsanları delirten acaba sistem mi.?" gibi sorular sormaya yönelten Amerikan Sapığı sizlere tavsiye edebileceğim seri katil temalı filmler arasında başta gelenlerden...

Filmdeki oyunculuk performansıyla Christian Bale "Chlotrudis Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü almış ayrıca film "Chlotrudis En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü"ne de layık görülmüştür.


Yazı: OvErUyUz

Amerikan Sapığı (2000) Fragman
 


American Psycho , Amerikan Sapığı
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full izle) 

Not:Filmin bazı yerlerinde ses senkronizasyonu problemi olsada sonradan düzeliyor..

17 Haziran 2013 Pazartesi

La Prima Cosa Bella

 
Gördüğüm En Güzel Kadın
The First Beautiful Thing, La Prima Cosa Bella
Yönetmeni: Paolo Virzì
Türü: Komedi, Dram
IMDB Puanı: 7.2
Yılı: 2010
Ülke: İtalya
Senaryo yazarı: 
Paolo Virzì, Francesco Bruni, Francesco Piccolo
Başrol Oyuncuları: 
Valerio Mastandrea, Micaela Ramazzotti, Stefania Sandrelli, Claudia Pandolfi, Marco Messeri, Fabrizia Sacchi


 Film, yerel bir güzellik yarışmasında başlıyor. Kadın başrol karakterimiz olan Anna Nigiotti, bu yarışmada güzelliğiyle herkesi etkileyerek birinci olur. Ailenin erkek olan karakterleri yani kocası ve oğlu bu durumdan çok memnun değilken, kendisine hayatı boyunca hep daha yakın olacak olan kızı ise çok mutludur.

Ancak Anna kişilik olarak biraz muzur meşrep, tabiri caizse "aşk kadını" da diyebileceğimiz bir yapıya sahip olmasından  kaynaklanan ailevi problemler yaşamaktadır. Polis olan kocasının kıskançlık krizleri ve bitmeyen kavgalar sonucu Anna çocularınıda alıp evi terk eder. 

 

Anna Nigiotti çok zeki bir kadın değildir, çok güzel bir aşk kadınıdır. Ancak, bu onun erkekler tarafından kolayca kandırılmasına sebep olur. Erkeklerin ilgisi sürekli üstündedir ve bir süre sonra çocuklarla düştüğü durumdan kurtulmak için bu ilgiyi kulanmak zorunda kalmaya başlar. 

Anna'nın oğlu, yapı olarak, daha küçük olmasına rağmen herşeyin farkında, annesinin ilişkilerinden oldukca rahatsız, kız kardeşine kolkanat germeye çalışan, mutsuz fakat zeki bir çocuktur. Kız kardeşi ise daha pozitif bir kişiliğe sahiptir.

İki çocuk, içinde bulundukları bu durum yetmezmiş gibi, birde polis olan babaları tarafından kaçırılır. Artık baldızıyla ilişkide olan babalarının evine dönmek durumunda kalırlar. Teyzeleri, yani yeni anneleriyle olan hayatları ise çok daha zor olmaya başlar.

Daha sonrasında anneleri bir yolunu bulup, onları babalarının evinden kaçırmayı başarsa da, durumun vahimliği iki küçüğü derinden etkiler.

 

Anna'nın oğlu Bruno biraz daha büyüdüğünde, okulda annesi ile ilgili dedikodulara dayanamaz olur, bir de annesinin hamile olduğunu öğrendiğinde evi terkeder ve uzun yıllar onunla görüşmez. Küçük kız kardeşi ise erken bir evlilik yapmak zorunda kalır.

Film İtalya'nın küçük bir sahil kasabasındaki sosyal yapıyı gözlerimizin onüne sererken, bu şartlarda büyümüş mutsuz, bağımlı bir adam olan Profesör Bruno Michelucci'nin annesinin son günleriyle yüzleşmesini anlatıyor. 

Yönetmen Paolo Virzì'nin ilk filmi olan yapım, aslında birazda otobiyografik özellikler taşıyor. Yönetmen ve senarist Paolo Virzì'nin filmin geçtiği Livorno kasabasında büyümüş olması ve babasının polis olması adeta bunu kanıtlar gibi. Film ismini 70'li yıllarda meşhur olmuş ve bir çok sahnede karakterlerin hepbirlikte söylediği Nicola Di Bari parçası  La Prima Cosa Bella dan almakta.

 

Paolo Virzì kariyeri boyunca genellikle romantik komedi türünde filmler yapmış olsa da bu ilk ve en önemli filmi "La Prima Cosa Bella" için ağır bir dramdır diyebilirim. Film karakterlerinin eğlenceli hatta komik İtalyan tiplemeler olmalarına rağmen, iki çocuğun düştüğü durumlar karşısında seyircinin gülümseyecek hali bile kalmıyor açıkcası.


35-40 yıllık bir zaman dilimine yayılan filmde, 30'lu yaşlarının sonuna yaklaşmış Profesör Michelucci karakterini canlandıran Micaela Ramazzotti, daha öncelerde izlediğim, kayda değer olmayan bir kaç performansının aksine, çok başarılı bir iş çıkartmış. Film ayrıca 2010 Altın Küre ödüllerinde, baş rol oyuncusu Stefania Sandrelli'ye "En iyi Kadın Oyuncu" ödülünü getirmiş, 2011 yılı İtalya'nın Oskar adayı olmayı başarmıştır.

Imdb puanına katılmakla birlikte, tipik bir İtalyan yapımı olan "Gördüğüm En Güzel Kadın", komedi ögelerine rağmen, bana kalırsa çokca acı barındıran çarpıcı bir drama filmidir.

Yazı: OvErUyUz

FRAGMAN

 SOUNDTRACK

Gördüğüm En Güzel Kadın "La Prima Cosa Bella"
(Full Türkçe Dublaj Tek Parça İzle)

14 Haziran 2013 Cuma

Seri Katiller ve Sinemadaki Yansımaları


Dikkat: Bu yazının bir çok yerinde rahatsız edici içerikler bulunmaktadır.



“Bedenlerinden çıkan son nefesi hissedersiniz. Gözlerine bakıyorsunuzdur. Bu durumdaki bir insan tanrıdır.”   
Ted Bundy

  
Günümüzde en azılı seri katil olduğunu düşündüğüm sistemi, onun ayrılmaz parçası olan devletleri ve politikacıları bir yana bırakırsak, toplumun içinde kendilerini hiç farkettirmeden yaşayan seri katiller sinema için her dönemde önemli bir ilham kaynağı olmuştur. 

Sinema seyircisi onları sever, hayatlarını merak eder, hatta bazen haklı bile bulduğu olur. Tarihte çok popüler olmuş, fan kulüpleri olan, büyük kitlelerce desteklenmiş gerçek seri katiller dahi vardır.

 İnsanlar her nedense kan görmeyi sever. Kan ve ölüm onları bir şekilde cezbeden, meraklarını kabartan birşeydir. Her bilmedikleri şeyde olduğu gibi, korkuyla karışık meraklarını, ölüm karşısında da sergilerler. Ölüm tıpkı tanrı, varoluş, uzaylılar, ruhani yaratıklar ve benzerleri gibi bilinmez, ürkütücü gizemlerle dolu bir haz denizidir.

 Korkunç bir trafik kazası düşünün, yaralılar yerlerde yatmaktadır. Bazıları ölmüş, her yer kan içindedir. Ve toplanan kalabalığı düşünün. Yüzlerdeki ifadelerde merak ve şaşkınlıkla karışık, huzursuz bir haz vardır. Herkes yaralıyı ya da ölüyü görmek için çaba sarfeder. Bu davranış şekli, insanların kendilerini zavallı kazazedelerin yerine koyarak, o durumda olabilme riskiyle yüzleşmesi midir, yoksa ölüm denilen bilinmezin ve yarattığı tuhaf cazibenin dışavurumu mudur, bilemiyorum. Eğer cazibenin dışavurumuysa, hepimizin içinde gizli bir seri katil olması fikrini yatsımamak gerekir. 

The Silence of the Lambs (1991)

 Bu yazıda birçok kaynaktan yararlanacağız. Sık sık alıntılar yaparak, yakın tarihteki gerçek seri katil profilleri ve onların sinemaya yansımalarıyla ilgili bilgiler vereceğiz. Aynı zamanda hayali senaryolarla çekilmiş ve yine kendimizce iyi olduğunu düşündüğümüz seri katil temalı birçok film tanıtıp, konuya ilgi duyanlar için nacizane tavsiyelerde bulunacağız.

Yazımız boyunca, bize en ilginç gelen seri katil kişiliklerin hayatlarının detaylarına inceleyeceğiz. Bir yandan konusu oldukları filmleri tanıtırken bir yandan da ilham kaynağı oldukları film karakterlerini ve senaryoları öğreneceğiz.  
  
Şüphesiz hakverirsiniz ki sinema tarihi boyunca seri katil temalı yüzlerce film çekilmiştir ve hepsiyle ilgili böyle bir inceleme yazısı yazacak olsak kocaman ciltli bir kitap olurdu. Bu nedenle yazımızı listelere boğmamak açısından kronolojik, filmografik bir yaklaşım gütmedik. 

İncelememizin amacı kronolojik bir seri katil temalı filmler kaynağı oluşturmak değildir. Bu tarzda bir ihtiyaç için benimde yararlandığım "A’dan Z’ye Seri Katiller Ansiklopedisi" adlı kitabı tavsiye ederim.

 Öncelikle, seri katil nedir? Kime denir? Hangi psikolojik problemlerden dolayı öldürür? Nasıl bir hayat sürer? gibi soruların cevaplarına kısaca yanıtlar veremeye çalışalım:


"Seri katil: 
anormal kişisel bozukluklar sonucu, 30 günden daha uzun bir zaman diliminde ve arada bekleme dönemleri de olacak şekilde 3 veya daha fazla insanı öldüren kişidir. Genellikle, öldürme sebebi seksüel içerikli bir nedene dayanmaktadır. Kurbanlar sıklıkla aynı kurguda öldürülmekte ve benzer özellikleri taşıyabilmektedirler. (örneğin mesleki, görünüş, cinsiyet veya yaş grubu gibi)"

 Ağır basan psikiyatrik tanı psikopatidir. Bu, antisosyal kişilik bozukluğu ile ilintili olarak, kişinin kişisel fonksiyon bozukluğundan dolayı ortaya çıkmaktadır. Bunun paralelinde gelişen pedofili, nekrofili, zoofili, ensest, kanibalism (yamyamlık), ceset tahribatı gibi hastalıklı eğilimlere sahiptirler. 

Çoğunluğu yüksek iq değerlerine sahip olan katillerin çocukluktaki ortak özellikleri ise Macdonald üçlemesi de denen hayvanlara eziyet, ateş yakma takıntısı ve 5 yaş sonrasında dahi süregelen sürekli yatağı ıslatma durumudur.

Seri katillerin ortak özelliklerine daha detaylı bakarsak:
1. %90’ı beyaz erkeklerden oluşuyor.
2. Zekidirler. IQ’ları normalin üstündedir.
3. Yüksek IQ'lu olmalarına rağmen okullarında başarılı değillerdir, uzun süreli bir işte çalışamazlar ve çoğunlukla vasıfsız işçi olarak çalışırlar.
4. Dengesiz ailelerden gelirler. Tipik olarak babaları çocukken onları terk etmişlerdir ve otoriter anne tarafından büyütülmüşlerdir.
5. Ailelerin geçmişinde suçlular psikolojik sorunları olanlar ve alkol bağımlıları vardır.
6. Babalarından ve annelerinden nefret ederler.
7. Genelde çocukken fiziksel, psikolojik ve cinsel tacize maruz kalırlar.
8. Birçoğu çocukluğunu bazı devlet kurumlarında geçirmiştir ve erken yaşlarda psikiyatrik sorunlar göstermeye başlamışlardır.
9. Küçük yaşlardan itibaren fetişizm, röntgencilik ve sadomazoşist pornografyaya ilgi duyarlar.

Ortak özelliklerine bakarak üstün körü algılamaya çalıştığımız bu kişilerin zaman içinde söyledikleri bazı çarpıcı sözler ve itiraflar, bizlere psikolojileri ve zeka yapıları hakkında oldukca önemli ipuçları vermektedir. Burada bunlardan birkaçına gözatalım isterim.

Çarpıcı seri katil sözleri:

 "Her insanın kendi zevkleri vardır. Benimkide cesetler."
Henry Blot

 "Sokakta yürüyen güzel bir kız gördüğünde ne düşünürsün?
Bir tarafım onunla flört etmeyi, onunla iyi vakit geçirmeyi,
diğer tarafım ise kazığa geçirilmiş kafasının nasıl duracağını düşünür."
Edmund Kemper

 "Bir insanın ölüm ve yaşamına karar verebilme gücünden daha büyük ne olabilir ki?""
Ted Bundy

"Bana yukarıdan bakarsanız aptalın tekini görürsünüz.
Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz.
Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz."
Charles Manson
 
 "Acele et. Sen etrafta ahmakça dolaşırken, ben bir düzine adamı asardım."
(idamı sırasında infaz memuruna söylediği son sözleri)
Carl Panzram 

 "Onları incitmek istemedim. Onları sadece öldürmek istedim."
David Berkowitz

"Ben hasta bir insanım bunu biliyorum. Normal biri benim yaptıklarımı
nasıl yapabilir? Sanki içimde başka biri var gibiydi."
Albert de Salvo

 "İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum."
Susan Atkins

"Ben kimseyi öldürmedim, kimseyi öldürtmedim, bıçaklarıyla üzerinize gelen çocuklar, onlar sizin çocuklarınız, onlara ben öğretmedim. Siz öğrettiniz."
Charles Manson

 "Bana kadın düşmanı olarak hitap etmeniz beni derinden yaralıyor.
Değilim, ben bir canavarım. Ben Sam’ın oğluyum. Ben küçük yaramaz bir çocuğum."
David Berkowitz

"Fahişeleri öldürmek bende saplantı olmuştu. Kendimi durduramıyordum.
Uyuşturucu gibiydi."
Peter Sutcliffe

"Ben sadece sokakları temizliyordum."
Peter Sutcliffe

"Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum."
Ted Bundy

Görüldüğü gibi içlride bulunduklaru psikolojik durumlar bizleri sarsacak derecede hastalıklıdı.
Ancak yatsınamaz olan başka bir gerçek, bu hastalıklı kişilerin birçoğunun olağan üstü zeka seviyelerine sahip olmalarıdır.

 Zeka, hatta deha sahibi oldukları söylenen seri katillerden bahsetmişken, bunu hemen bir örnekle açalım ve tarihin en ünlü seri katillerinden birini daha yakından inceleyelim:

CHARLES MANSON
“Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”

Annesi 16 yaşında bir hayat kadınıyken doğan Charles Manson, çocuk yaşlarda annesinin cezaevine girmesi nedeniyle hırsızlık yaparak geçinmeye, sokaklarda yaşamaya başladı. 18 yaşında kendisi de tutuklandı. Cezaevinde bıçak tehdidiyle bir koğuş arkadaşına tecavüz etti. 1954 yılında şartlı tahliye ile serbest kaldı. Sahte çek vermek, kadın satıcılığı, uyuşturucu vb. suçlar nedeniyle defalarca hapse girip çıktı. 

1967 yılında son kez tahliye olduktan sonra, etrafına topladığı kişilerle bir "aile" oluşturarak Los Angeles'ta bir çiftliğe yerleşti. Bu çiftlikte geliştirdiği "teorilerle" yönlendirdiği müritlerinden beş kişi, Roman Polanski'nin hamile eşi Sharon Tate, Abigail Folger, Polonyalı oyuncu Wojciech Frykowski, erkek kuaförü Jay Sebring, ve lise mezunu bir genç Steven Parent'i Los Angeles, Kaliforniya'da vahşice öldürdüler.

Ertesi gece bu kez Manson'un da katıldığı grup, Labianca çiftini aynı şekilde öldürüp parçaladı. Taraftarı olan bir kadının, farklı bir suçla tutuklandığında, işledikleri cinayetleri övünerek anlatması sonucunda Manson ve dört arkadaşı tutuklandı. İdama mahkûm edilmelerine rağmen Kaliforniya yüksek mahkemesince idam cezasının kaldırılmasıyla, cezaları ömür boyu hapis şekline dönüştürüldü. 

Toplam cinayetlerinin sayısı belirlenemeyen Manson ve grubunun 35 ölümden sorumlu olduğu sanılır. Charles Manson ABD'de nefret edildiği kadar, kendisini seven, serbest bırakılmasını isteyen çeşitli fan kulüpler oluşturup kampanyalar düzenleyen bir hayran kitlesine de sahiptir.


 The Manson Family (2003) filminden..
 
 Milyonlarca gencin hayranı olduğu Axl Rose (Guns N' Roses), bir Manson hayranıdır ve Spaghetti Incident albümünde şiirini kullanmıştır. Bu yüzden mahkemelerde süründürülmüş kurbanların ailelerine tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Türkiye konserinde üzerinde Manson T-Shirtleriyle de gezindiği gözden kaçmamıştır. Ayrıca Marilyn Manson, Charles Manson’a olan büyük hayranlığından dolayı Manson soyadını aldığını söylemiştir.

Görüldüğü gibi Manson sahip olduğu deha sayılabilecek zeka seviyesi sayesinde, hastalıklı görüşlerini adeta din ya da ideolojik bir hayat yaklaşımı, hatta sistem karşıtı bir sosyal yaşam alternatifi haline getirerek insanlara empoze etmeyi başarmıştır.

Helter Skelter (2004)

Manson hakkında tavsiye edebileceğim çok fazla kaydadeğer film olmasa da, diğerine göre vasat bulduğum bir film olan 2003 yapımı The Manson Family ve ondan çok daha kaliteli olan 2004 yapımı TV projesi olan Helter Skelter bahsetmem gereken iki filmdir.

Helter Skelter filmi, suç ve dram özelliğiyle Charles Manson ve ailesinin cinayetlerini ve dönemin 68 olaylarının Amerikan toplumundaki yansımalarını konu eder. Helter Skelter’ in orjinali 1976 yılında çevrilmiştir. Ancak bu versiyon,  hem 76 yapımı olan ilk film, hemde The Manson Family filmini gözönünde bulundurduğumuzda konuyla ilgili en başarılı yapımdır.

 Helter Skelter (TV 2004) Fragman

Zeki katillerden devam edelim dersek, tabii ki aklımıza ilk gelmesi gereken isimlerden biri Ted Bundy olmalıdır. Zekasını kullanan, yakışıklı bir avukat olan Bundy, adeta Amerikan polisi ve hapisanelerini küçük düşürmek istercesine, defalarca polisin elinden kurtulmuş, hatta hapisaneden dahi kaçmayı başarmıştır.

Haydi gelin şimdi bu komplike karakteri ve hakkındaki filmleri şöyle bir inceleyelim:

TED BUNDY
“Yaşama ve ölüme hükmetmek istiyorum.”

Tam adı: Theodore Robert Bundy 
(24 Kasım 1946 - 24 Ocak 1989) 
ABD'li seri katil ve tecavüzcüdür. 1974 - 1978 yılları arasında, ABD'nin çeşitli yerlerinde çok sayıda genç kadını öldürmüştür. Kurbanlarının kesin sayısı bilinmeyen Bundy, on yılı aşkın inkâr süreci sonunda, otuzdan fazla cinayet işlediğini itiraf etmiştir. 

Bundy, sıklıkla Amerikan seri katillerinin öncül örneği olarak kabul edilir. Gerçekten de seri katil terimi ilk defa onu tanımlamak için ortaya atılmıştır.

Bundy'nin bir sosyopat olduğu düşünülmektedir. İşlediği vahşi cinayetlere rağmen eğitimli (Yale' den hukuk ve psikoloji diplomasına sahiptir), yakışıklı ve kibar bir genç adam olarak tanımlanır. 

Kurbanlarını genelde sopayla döverek, bazen de boğarak öldürmüştür. Kurbanlarının çoğuna tecavüz ettiğine ve ayrıca, öldürdükten sonra da tecavüz edip, bedenlerini kestiğine inanılmaktadır.

24 Kasım 1946'da Burlington, Vermont'ta dünyaya geldi. Annesi Eleanor Louise Cowell, genç bir tezgâhtardı. Babasının kimliği resmî olarak bilinmiyor. 

Bundy hayatının ilk dokuz yılını annesi ve dedesiyle Philadelphia'da geçirdi. Bazı aile fertlerine göre ruh sağlığı bozuktu ve şiddete eğilimliydi. Eleanor'un ailesi, gayri meşru bir çocuğun getireceği sosyal baskıdan kurtulmak için komşularına Ted'i evlat edindiklerini ve Eleanor'un kardeşi olduğunu söylüyorlardı. Bazı kaynaklara göre Bundy de çocukluk ve hatta ergenlik yıllarında böyle sanıyordu.
 
Bundy ve annesi Eleanor, Washington'a bir kuzenlerinin yanına taşındı. Eleanor kısa süre sonra bir kilisenin sosyal organizasyonunda tanıştığı hastane aşçısı Johnny Culpepper Bundy ile evlendi.
 
Ted Bundy, Wilson High School`dayken iyi bir öğrenciydi ve yerel bir Metodist kilisede aktif olarak çalışıyordu. Daha sonra The Only Living Witness kitabının yazarları Stephen Michaud ve Hugh Aynesworth'a söylediğine göre insanlarla nasıl iyi geçinilebileceği konusunda hiçbir fikri yoktu:

"İnsanların neden birbirleriyle arkadaş olmak istediğini bilmiyorum, bir insanı diğeri için çekici kılan şey nedir bilmiyorum, sosyal etkileşimi ne sağlar bilmiyorum." 

 
Bundy lise yıllarında utangaç ve içine kapanık bir çocuk olarak kaldı.
  Liseyi bitirmeden önce hırsızlık, hilecilik, röntgencilik gibi ufak suçlar işlemeye başladı. Bu dönemi daha sonra "seks ve şiddet görüntülerine" hayran olduğu bir dönem olarak tanımlamış ve bunu kendi "özü" olarak saklamıştır. 

Zamanla arkadaşları ve akrabaları Bundy'yi yakışıklı genç bir adam olarak tanımaya başlar. Washington'da Cumhuriyetçi Parti için çalışır. Seattle intihar kriz merkezinde gönüllü olarak çalışmaya başlar, yanındaki iş arkadaşı da henüz acemi bir suç muhabiri olan Ann Rule'dur. Ann, ironik olarak, henüz cinayetler aydınlanmamışken aslında arkadaşı olan katil hakkında haberler vermekteydi.
 
Ann Rule, Ted Bundy hakkında yazdığı The Stranger Beside Me isimli kitabında Ted'in Stephanie Brooks'la (gerçek isim değildir) ciddi bir ilişkisi olduğunu, daha sonra kadının ilişkiyi Bundy'deki tutku eksikliğinden ve olgunlaşmadığından dolayı bitirdiğini söyler. Çift iki yıl ayrı kaldıktan sonra Bundy kadının hayatına bir kez daha girerek evlenme teklif etti. Stephanie kabul etti, fakat evlenme teklifinden iki gün sonra Bundy kadını terk etti. 

Bu son ayrılıktan kısa süre sonra üç yıl sürecek olan cinayet sürecine girdi. Rule, Stephanie'nin Bundy'nin öldüreceği kadınlar için bir model olduğunu söyler: Siyah saçları ortadan ayrılmış, genç, beyaz kadınlar.

Ann Rule ve eski dedektif Robert D. Keppel'e göre Bundy ilk cinayetini ergenlik yıllarında işlemişti. Tacomalı 8 yaşında bir kızın yok olması olayı. Bundy o yıllarda henüz 15 yaşındaydı. Kayıtlara geçen ilk cinayetini ise 1974 yılında 27 yaşındayken işledi.
 

4 Ocak 1974'te gece yarısından kısa süre sonra Washington Üniversitesi öğrencisi 18 yaşındaki Joni Lenz'in bodrum katındaki yatak odasına kilitlenmemiş pencereden girdi. Uyuyan kızı levyeyle ağır biçimde dövdü. Daha sonra çelik değnekle cinsel saldırıda bulundu. Ertesi gün yatağında kanlar içinde yatarken bulunan Lenz ölmedi, fakat kalıcı beyin hasarı oluştu.
 
Sonraki kurbanı Washington Üniversitesi son sınıf öğrencisi Lynda Ann Healy oldu. 31 Ocak 1974 tarihinde Bundy, Healy'nin odasına girdi. Kızı tekmeleyerek bayılttıktan sonra kot ve bluz giydirdi, bir çarşafa sardıktan sonra taşıdı. Healy'nin kalıntıları bir yıl sonra doğu Seattle dağlarında bulundu. Kabul edilen ilk cinayeti budur.
 
1974`ün Ocak ve Haziran ayları arasında Washington bölgesinde en az sekiz genç kadını daha takip edip öldürdü. Çekici olmasının yanı sıra ufak değişikliklerle görünüşünü ciddi biçimde değiştirebiliyordu, bu özelliğinden dolayı zaman zaman bukalemun olarak anılmıştır.
1974 sonbaharında Hukuk Fakültesine başvurmak için Salt Lake City'ye gitti, cinayetlerine orada devam etti. Ekim ayında 17 yaşındaki Melissa Smith'e tecavüz etti ve boğdu. Ceset dokuz gün sonra bulundu.
 
Bir başka kurban gene 17 yaşındaki Laura Aime oldu. Aime, 31 Ekim akşamı Cadılar Bayramı kutlamaları sırasında kayboldu, yaklaşık bir ay sonra ırmak kenarında bulundu.


Utah'ta 8 Kasım 1974 tarihinde Murray'daki bir alışveriş merkezinden çıkan Carol DaRonch'a polis kılığında yaklaşan Bundy, arabasının zorlandığını ve bir şeyin kayıp olup olmadığına bakması gerektiğini söyledi. Carol arabasını kontrol etti ve bir sorun olmadığını söyledi fakat sözde polis Bundy, karakola gelip rapor çıkarmasında yardımcı olması gerektiğini söyledi. Carol, Bundy'nin Volkswagen Beetle arabasına bindi, fakat hemen sonra bir kuşkuya kapılarak kendini arabadan attı, polise giderek Bundy'nin ve arabanın eşgalini verdi.
 
16 Ağustos 1975'te VW Beetle marka araba bulundu ve Bundy yakalandı. Carol, Bundy'yi teşhis etmekte zorlanmadı ve 1 Mart 1976'da, DaRonch`u kaçırmaktan suçlu bulunan Bundy 15 yıl hapis cezası aldı. Dedektifler, seri cinayetler hakkında Bundy'den kuşkulanıyorlardı, fakat henüz ortada bir delil yoktu.

Mahkeme Yılları
 
7 Haziran 1977'de cinayet davası için Pitkin County, Colorado'ya nakledildi. Dava arasında kütüphaneyi görmesine izin verildiği zaman ikinci katın penceresinden atlayarak kaçtı. Bu düşüş Bundy'nin iki ayak bileğine de zarar verdi, bu yüzden fazla uzaklaşamadı ve bir hafta sonra yakalandı. Hapiste duruşmayı beklerken tekrar kaçtı. Bulduğu bir demir testere ile hücresinde büyük bir delik açarak 30 Ekim 1977'de kaçmayı başardı, bir araba çalarak yola koyuldu.

 Kaçtığı gece, hapishane ziyaretleri sırasında arkadaşlarından aldığı 500 dolarla Chicago'ya tek gidişlik bilet aldı. Daha sonra bulduğu bir trenle Michigan'a gitti ve burada bir araba çaldı. Arabayı Atlanta'da terk ederek Tallahassee, Florida'ya giden bir otobüse bindi. Ocak 1978'de uyuyan iki kadını sopayla döverek öldürdü, iki kızı da ciddi biçimde yaraladı.
 
9 Şubat 1978'de Lake City Florida'ya gitti. 12 yaşındaki Kimberly Leach'i kaçırarak öldürdü. Kimberly onun son kurbanı oldu. 15 Şubat'ta Pensacola, Florida'ya giderken polis tarafından arabası durduruldu. Kullandığı VW'nun çalıntı olduğu anlaşıldı ve Bundy tutuklandı. Kısa sürede kim olduğu anlaşılarak Miami'ye gönderildi.
 
 İkinci defa başlayan dava süreci 25 Haziran 1979'dan 29 Temmuz'a kadar sürdü. Savunma avukatları verilmesine rağmen Bundy savunmasını kendisi yaptı. Suçlu bulunduktan sonra hakim Edward Cowart tarafından ölüme mahkûm edildi. Duruşmalar sürerken Carole Ann Boone ile mahkeme salonunda evlendi. Duruşma ve hapis boyunca yüzlerce kadın hayranından mektup aldı.

 Bundy  idam kararına tepki gösteriyor.
Yargıç Edward Cowart idam kararını açıklarken şunları söyledi:
"İdamınıza karar verilmiştir, ölene kadar vücudunuza mevcut sistemle elektrik verilecektir. Genç adam, kendinize iyi bakın. Bunu samimi olarak söylüyorum, kendinize iyi bakın. Şu anda yaşadığımız gibi, bu mahkeme salonunda insanlığın tamamiyle heba edildiğine tanık olmak bu salondakiler için trajedidir. Zeki, genç bir adamsınız. İyi bir avukat olabilirdiniz, arkamda çalıştığınızı görmek beni mutlu ederdi, fakat ortak, yanlış yoldan gittiniz. Kendinize iyi bakın. Size karşı düşmanlık beslemiyorum, bunu bilmenizi isterim. Kendinize iyi bakın."
Ekim 1982'de karısı Boone bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Fakat Boone daha sonra boşandı, kızının ve kendisinin soyadını değiştirdi.
 
Yıllar içinde Bundy, Florida Devlet Hapishanesi'nde ölüm sırasını bekledi. Sık sık FBI ajanlarının ziyaretine uğradı. Özel ajan Hagmaier'e birçok itirafta bulundu, daha sonra onu en iyi arkadaşı olarak tanımlayacaktı. Birçok cinayeti anlattı, onlarca faili meçhul cinayetin çözülmesinde yardımcı oldu.
 
1984 yılında dedektif Robert Keppel, Bundy'ye Green River katili araştırmasında yardımcı olması teklifinde bulundu. Keppel ve diğer dedektif Dave Reichert Bundy ile çeşitli görüşmeler yaptı. Keppel ve Dave bu görüşmelerin işe yaradığını, çözülemeyen cinayetlerin detaylarını Bundy'den öğrendiklerini söylediler.


İdam edilmeden bir gün önce, Dr. James Dobson'la (Hıristiyan bir kurum olan Focus on the Family'nin başkanı), Bundy ile televizyon röportajı yaptı. Bundy, şiddet içerikli pornografi tüketiminin kendisindeki şiddetin şekil ve tarzını belirlemeye yardımcı olduğunu, böylece 'tanımlanamayacak kadar korkunç bir davranışa' yönlendirdiğini iddia etti. 

İdam

Aynı zamanda medyadaki şiddetin, 'özellikle sekse bulandırılmış şiddetin', gençleri 'yeni Ted Bundy`ler yaratmaya ittiğini' söyledi. Hagmair'e göre Bundy son günlerinde intiharı düşündü fakat bundan vazgeçti.
İdam günü sabahı biftek, tavada yumurta ve patates yedi, kahve içti. Gardiyanlardan alınan bilgiye göre, hazırlık için hücresinden zorla çıkarıldı.

23 Ocak 1989 günü, saat 7:06'da Bundy elektrikli sandalyede Kimberly Leach cinayetinden idam edildi. Son sözleri, "aileme ve arkadaşlarıma sevgilerimi iletmenizi istiyorum." oldu. 2.000 volt elektrik vücudunda iki dakikadan kısa bir süre gezdi. 7:16'da öldüğü açıklandı.
  
Ted Bundy (2002)

Çoğu seri katilde olduğu gibi farklı ve zor bir gençlik geçirmiş bu adamın hayatı, cinayetleri, kaçış öyküleri ve idama giden yolda geçirdiği hukuki süreç senaryolaştırmak için o denli uygundur ki hakkında birçok film olduğu gibi birçok seri katil temalı filminde esin kaynağıdır.


 Ted Bundy (2002) filminden

Sırasıyla Ted Bundy (2002), The Stranger Beside Me(2003), Keppel(2004), "Bundy: An American Icon (2008) sayabiliriz.. Aralarından sivrilen ve sizlere tavsiye edebileceğim film 2002 yapımı Ted Bundy.

Film kendi içinde çok matah bir film olmasa da bir biyografi filmi olarak konuya sadık ve Bundy'nin yakalanma sürecine kadar olan hayatının detaylarını ve tabii ki cinayetlerini gözler önüne seren salt Ted Bundy içerikli en iyi yapım bence.

Ted Bundy (2002) Fragman
 

Salt Ted Bundy içerikli filmler dışında aslında bakmamız gereken Bundy'nin sinemada yaptığı çağrışımlar olmalı. 

Örneğin; Thomas Harris'in romanı Kuzuların Sessizliği'ndeki Buffalo Bill karakterinde Bundy`den de bir parça vardır. Bundy gibi Bill'de kolundan yaralı taklidi yaparak öldürmeyi düşündüğü kadınlara yaklaşmaktadır. Ayrıca Hannibal Lecter'in hücrede yaptığı görüşmelerinde Bundy'nin Keppel ile yaptığı görüşmelerden esinlendiği söylenilmektedir. 

Prison Break'te Theodore Bagwell karakteri Ted Bundy'den (Theodore Bundy) ilham alınarak yaratılmıştır. The Following isimli televizyon dizisinde Joe Carrol isimli karakter Ted Bundy'den esinlenmiştir.

Ancak bana kalırsa hepsinden önemlisi, çok başarılı bir yapıt olduğunu düşündüğüm, 2000 yapımı Amerikan Sapığı (American Psycho) filminde Christian Bale'nin canlandırdığı Patrick Bateman karakterinin Bundy ile ciddi ortak yanlar taşımasıdır.

Amerikan Sapığı (2000)
Yapım: ABD
Yıl: 2000
Yönetmen: Mary Harron
Oyuncular: 
Christian Bale, Willem Dafoe, Jared Leto 
Tür: Gerilim , Dram , Korku
 IMDb: 7.6 / 10

Filmde aileden zengin, çok iyi okullarda okumuş yakışıklı ve saplantılı şekilde kendine aşık bir Wall Street broker'ı olan  Patrick Bateman'ın işlediği cinayetler anlatılır. 

80'li yılların Newyork'unu konu alan filmde, Christian Bale'in başarıyla canlandırdığı sapık karakterin yanı sıra, filmin özünde; baş karakterin yaşadığı çevrenin, ne kadar sapıkça ve saplantılı dengeler üzerine kurulu olduğu da konu alınır. Amerikan rüyası denilen A plus Newyork hayatına mensup karakterlerin, ne kadar tatmin olmaz, doymak bilmez, ölümüne rekabetçi ve yapmacık hayat tarzları sürdükleri, hatta her birinin adeta sapık potansiyeli olan tüketim toplumu insanları olduğu da anlatılır.

Amerikan Sapığı (2000)


Bu  sosyal saptamalarla seyirciye "Kim gerçek sapık.? İnsanları delirten acaba sistem mi.?" gibi sorular sormaya yönelten Amerikan Sapığı sizlere tavsiye edebileceğim seri katil temalı filmler arasında başta gelenlerden...

Filmdeki oyunculuk performansıyla Christian Bale "Chlotrudis Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü almış ayrıca film "Chlotrudis En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü"ne de layık görülmüştür.



Amerikan Sapığı (2000) Fragman
 
Temiz yüzlü, başarılı, normal hatta özenilen hayatlara sahip seri katillerden bahsetmekte olduğumuzu fırsat bilerek, araya bir film daha tanıtmak isterim; Mr. Brooks... Kevin Costner, William Hurt ve Demi Moore gibi güçlü isimlerden oluşan bir kadroya sahip olan film, Bruce A. Evans tarafından yönetilmiş. 

Mr. Brooks (2007)

Sevecen ve ailesine düşkün bir yapısı olan Earl Brooks, aynı zamanda başarılı da bir ticaret adamıdır. Dışarıdan bakıldığında oldukça düzgün ve sıradan bir görüntü veren Brooks'un yaşamı, aslında sadece kendisinin bildiği büyük bir karanlığa sahiptir. 

İçinde ikinci bir kişilik barındıran Brooks, öldürmeye bağımlıdır. Bu korkunç özelliğinin farkında olarak mücadele etmeye çalışırken ikinci kişiliği Marshall, bu mücadeleleri boşa çıkarırcasına tüm varlığıyla yerinde durmaktadır. Üstelik ölümle beslenen varoluşundan son derece memnun, yeni planlar geliştirmektedir.

 Mr. Brooks (2007) Brooks ve ikinci kişiliği Marshall

Bu arada Brooks'un kızı da okuldan eve dönmüştür ve garip davranışlar sergilemektedir. Bir süre sonra kızın okulunda bir cinayet işlendiği öğrenilir. Kızın işlediğine Brooks emindir. Olayın genetik temelli olduğunu düşünür.

Bana kalırsa film aceleci denebilecek bir senaryoyla, çok derin ve gizemli işlenebilecek olan çift kişiliklilik temasını biraz harcamışsa da bütün olarak baktığımızda enteresan bir seri katil filmidir. Filmde Marshall isimli ikinci karakter çok daha gizemli işlenebilir, seyirci çok daha çarpıcı sürprizlerle yerinden sarsılabilirdi. Buna rağmen IMDb puanı 7.4/ 10 olan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum..

Mr. Brooks (2007) Fragman

Arada birisi dolaylı yoldan Ted Bundy'le ilgili, birisi ilgisiz iki film tanıttıktan sonra artık seri katillerimiz ve ilginç hayatlarına dönelim tekrar. Bu yazıda çok sık rastlayamayacağımız türden bir seri katil ve onunla ilgili çok ciddi çekilmiş, muhteşem bir film tanıtacağım.

Bu sefer ki seri katilimizin az rastlanır olmasının nedeni "kadın" olması. 2002 yılında Florida Eyalet Cezaevinde hayatını kaybeden Aileen Carol Wuornos.

 AILEEN CAROL WUORNOS
"Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları"  

  ABD'nin en ünlü kadın seri katillerinden biri olarak görülen eşcinsel, hayat kadını. 1989-1990 yılları arasında cinsel ilişkiye girdiği bazı kişileri öldürdüğü, ve cesetlerini ormanda sakladığı ortaya çıkmıştır. 7 kişiyi öldürdüğü iddia edilse de, iki kişinin cesedi bulunamamış ve 5 kişiyi öldürmekten yargılanmıştır.

Çoğu kişiye göre Amerika’nın ilk kadın seri katili çoğu kimseye göre de yalnızca şiddet gördüğü için vahşileşen bir kurbandır. Kişilik gelişiminde "Nurture" çıkmazının etkisi söz konusu olduğunda, bariz bir biçimde "nurture" yani yetiştirilme şartlarının olağan dışılığını ispatlayacak bir hayatı olmuştur Aileen Wuornos'un.

Anne babası o doğmadan önce boşanır. Babası daha sonra çocuk tacizinden suçlu bulunur ve hapishanede kendini asar. Aileen henüz altı aylıkken annesi bir not bırakıp çeker gider. Büyükannesi ve büyükbabası bakımını üstlenir. Ancak on üç yasındayken tecavüze uğrar, gayri meşru bir çocuk dünyaya getirdiği için o evden de kovulur. 

Hayatta kalmak için hurda bir arabada barınır, para için fahişeliğe baslar, uyuşturucuya alışır, çoğu zaman da ortalıkta sarhoş olarak gezer. Yine de yirmi yaşındayken yetmiş yaşında bir adamla evlenmeyi başarır ama kocasını bastonla dövdüğü için evliliği sadece bir ay sürer.

Monster (2003) Charlize Theron

Nihayet 1986 yılında hayatının aşkı Selby Wall adında bir lezbiyenle karşılaşır. Dört sene beraber yaşarlar. Ancak Wuornos'a en son darbeyi de sevgilisi vurur ve yakalandıktan sonra aleyhine tanıklık eder.

Mahkeme kararıyla Aralık 1989 ve Kasım 1990 arasında toplam 5 kişiyi öldürmekten suçlu bulunur ve ölüme mahkûm edilir.

Önceleri öldürdüğü insanların kendisine saldırdığını öne süren Wuornos, idamdan hemen önce ise "Yaptığım herşeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim." diyerek suçunu itiraf etti.

  Aileen Wuornos hakkında çekilmiş tek bir filmden bahsedeceğim. 2003 yılı yapımı Monster (Cani) hakikaten bu inceleme yazısında tanıtmış olduğum ve tanıtacağım bir çok film arasında başta gelenlerden. Bu seri katil ilginizi çektiyse siz yinede diğer iki kayda değer yapım olan;
Aileen: The Life and Death of a Serial Killer
Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer

 yapımlarına gözatabilirsiniz.
 
Monster (2003)
 Yayın tarihi: 30 Ocak 2004
Yönetmen: Patty Jenkins
Ülke: ABD
Oyuncular:
 Charlize Theron, Christina Ricci, Bruce Dern, Scott Wilson 
IMDb: 7.3 / 10 

Bu filmden bahsetmeden önce Charlize Theron mucizesine değinmek gerekiyor. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Charlize Theron bu film için adeta Aileen Wuornos haline gelmiştir. Hem fiziksel olarak hem oyunculuk olarak inanılması güç bir iş çıkarmış. 

Ben ciddi bir sinema sever olarak böyle bir oyunculuğu bir tek The Doors filminde Jim Morrison'ı canlandıran Val Kilmer'dan gördüm.

Val Kilmer'da rolünü yaptığı Jim Morrison karakterine öylesine bürünmüştü ki, Morrison gibi görünüyor, görüntüsü bir yana Morrison parçalarını kendi sesiyle söyleyebiliyor ve fark anlaşılmıyordu, Morrison gibi alkol alıyordu ve filmden sonra 2 yıl alkol tedavisi görmesi gerekmişti. Charlize Theron aynı şekilde rolüyle özdeşleşmiş, rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Adeta katilin elimizde olan gerçek resimleriyle Charlize Theron'un filmdeki görüntülerini karşılaştırdığımızda, hangisinin gerçek Aileen Wuornos olduğunu algılayamıyoruz.

Charlize Theron yarattığı bu oyunculuk mucizesiyle tabii ki hakkı olan "En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödülü Drama, En İyi Kadın Oyuncu SAG Ödülü,
Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Independent Spirit En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Broadcast Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Satellite Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini silmiş ve süpürmüştür.


Monster (2003)  Aileen ve Selby

 Film, 1986'da halen sokaklarda fahişelik yaparak hayatta kalmaya çalışan ve sık sık şiddet gören Aileen Wuornos'ın, hayatının aşkı olacak Selby Wall'a bir barda rastlamasıyla başlıyor. 

Aileen rastlantı eseri, birazda mecburiyetten girdiği lezbiyen barında tanıştığı Selby Wall'a aşık olması ile başlayan ilişki sonucu hayatını düzene koymak, fahişeliği bırakmak ister. 

Ancak bu o kadar kolay olmayacaktır. Sevgilisine adeta bir erkek gibi göğüs gerip iyi yaşatmak isteyen Aileen tekrar fahişeliğe dönmek zorunda kaldığında ise cinayetlere başlayacaktır.

Filmde bir kadının seks işçisi olduktan sonra dışlanışı, topluma tekrar kabul edilmemesi ve sokaklarda gördüğü erkek şiddetine tepki gibi doğan seri cinayetler, çarpıcı bir dille anlatılmıştır. İzlenmesi gereken bir filmdir.

Monster (2003) Fragman

Bu az bulunan kadın seri katil profilinden, geçelim dünyanın en çok konuşulan ve en çok filmi yapılan seri katili Karındeşen Jack'e (Jack the Ripper).

Elimizde Jack The Ripper'ın herhangi bir fotosu yok. Çünkü muhteşem zekası sayesinde asla yakalanmadı. Aslında cinayetleri o mu işledi yoksa işlenen bir çok vahşi cinayet onun efsanesinin üzerinemi kaldı, bunu bile tam olarak bilemiyoruz. Elimizdeki kesinleşmiş birkaç kurbanın resimleriyle idare ederek kendisini daha yakından incelemeye başlayalım.

Kurbanlarından Elizabeth Stride

“Tarihe bakıldığında 20.yüzyılı benim başlattığım görülecektir.”  
Jack the Ripper
 

Karındeşen Jack, 1888 yılının ikinci yarısında İngiltere’nin başkenti Londra’nın varoş semti Whitechapel’da faaliyet göstermiş seri katile (veya katillere) verilmiş isim. Katile Jack ismi, Merkezi Haberalma Örgütü’ne katil olduğunu iddia eden bir kişi tarafından gönderilmiş mektuba binaen verilmiştir. Bu mektup cinayetlerin işlendiği dönemde basılarak yayınlanmıştır.

Tamamı hayat kadını olan kurbanlardan beşinin aynı kişi veya kişilerce öldürüldüğü kesinleşmiştir. Ancak Karındeşen Jack’e maledilmiş yaklaşık 20 cinayet vardır. Cinayet dosyası cinayetlerden iki sene sonra kapatılmıştır. Ancak günümüz İngiliz dedektifleri ve bilim adamları, modern teknolojinin de yardımıyla halen cinayetleri aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Günümüze kadar ulaşmış tek fiziki kanıt, kurbanlardan birine ait olduğu iddia edilen şaldır.

Kurbanlardan Mary Jeanette Kelly


 Karındeşen Jack’in yöntemleri vahşiceydi. Kurbanlarını önce boğazlayarak etkisiz hale getiriyor daha sonra da boğazlarını kulaklarına kadar kesiyordu. Ufak tefek değişikliklerle beraber kurbanların tamamına yakınının karnı ve cinsel organları deşilmiş, bazı organları çalınmış, bazen de burun ve/veya kulakları kesilmiş olarak bulunuyordu. Jack kurbanlarını, dizleri karna çekilmiş ve bacakları açık bir şekilde düzenleyerek terkediyordu. İç organların çıkarılması nedeniyle katilin cerrah olabileceği iddiaları ortaya atıldı ancak kanıtlanamadı.

Karındeşen Jack’in kimliğine dair onlarca iddia ortaya atılmıştır ancak hiçbiri kanıtlanamamıştır. Bu şüpheli listesi birçok önemli ve soylu kişiyi de içermektedir. Katil olduğunu iddia eden kişinin Merkezi Haberalma Örgütü’ne gönderdiği mektubu inceleyen uzmanlar mektubun yazarının alt tabakadan, eğitimsiz biri olduğu sonucuna varmışlardır.  

Normalde listemizin başında olması gereken Karındeşen Jack'i biraz aşağılarda bahsetme nedenim davanın asla tam bir sonuca bağlanamaması ve belki de gerçek olmayan bir efsaneden ibaret olmasıdır. Her ne olursa olsun Karındeşen Jack konusunda eski - yeni çok fazla film vardır. Sizler için en sevdiğim yeni dönem filmlerin arasından bir tanesini seçtim.

 From Hell (Cehennemden gelen)
 Yapım: 2001
Ülke: ABD
Tür: Polisiye, Korku, Gizem, Gerilim
Yönetmenler:
Albert Hughes, Allen Hughes
Senaristler:
Alan Moore, Eddie Campbell, Terry Hayes
Oyuncular:
 Johnny Depp, Heather Graham, Ian Holm
IMDb: 6.8 / 10

Yıl 1888. Londra'nın Whitechapel bölgesinde bir seri katil ardı ardına fahişeleri öldürmektedir. Dava üzerinde çalışmaya başlayan müfettiş Fred Abberline, ilk andan itibaren bunun sıradan değil özellikle tıp alanında eğitim almış birinin işi olduğunu anlar.

Çevredeki fahişeler ise bu olayın kendilerini korkutmaya çalışan birinin işi olduğunu düşünmektedirler. Dışardan gelen seslere kulağını tıkayan Abberline, bir taraftan araştırmalarını sürdürürken diğer yandan da Mary Kelly adlı fahişeye aşık olmaya başlar. Ancak çok geçmeden, "Karındeşen Jack" olarak bilinen bu katil tekrar harekete geçecektir. 

 From Hell (2001)

Başrol için teklif götürülen ilk oyuncu Daniel Day Lewis'ti. Lewis'ten olumsuz yanıt alınınca Sean Connery, Jude Law ve Brad Pitt düşünüldü ve son olarak Johnny Depp'de karar kılındı.

Filmde başta Johnny Depp, Ian Holm ve Müfettiş Abberline'ın sağ kolunu oynayan Robbie Coltrane olabildiğince inandırıcı performans gösteriyorlar. Heather Graham da İrlanda aksanı ile konuşması gereken rolünü başarıyla oynuyor 

 From Hell (2001)

Atmosfer From Hell'in en güçlü yanı. Son iki David Lynch filminde (Lost Highway, Mulholland Drive) de görüntü yönetmenliği yapan Peter Deming'in çekimleri, Shakespeare in Love ile Oscar kazanan Martin Childs'ın yapım tasarımı, Trevor Jones ve Marilyn Manson'un müzikleri ile birleşince zaman zaman bir Sleepy Hollow'u andıran yoğunlukta bir hava yakalanmış. 

Yönetmenler filmin sonuna kadar katilin kimliğini saklamada ve gerilimi yükseltmede gayet başarılılar. IMDb puanını düşük bulduğum film, vahşet görüntüleri ve kan görmeyle sorunu olmayanlar için gayet iyi bir yapım.
 
 From Hell (2001) Fragman

Şimdi gelelim yarı efsane yarı gerçek Karındeşen Jack'den Thomas Harris'in yazdığı kitap serisindeki kurgusal efsane karakter Doktor Hannibal Lecter'a. Red Dragon kitabıyla ilk kez ortaya çıkan bu kurgusal karakter zeki bir psikiyatris ve kanibalist (yamyamlık eğilimi olan) bir seri katildir.

Ancak Lecter karakterinin de bir ilham "perisi" vardır.
Hannibal Lecter'a ilham kaynağı olan seri katil ise, Gri adam, Wysteria'nın kurtadamı, ve Brooklyn vampiri gibi takma adlarıylada bilinen Albert Hamilton Fish'dir. Azılı yamyam Fish'in toplam 100'den fazla cinayet işlediği sanılmaktadır. Bilinen en yaşlı seri katil özelliğindedir. 

Her ne kadar Dr. Hannibal Lecter'la arasında çok farklar olsa da Thomas Harris'in bu karakteri yaratırken Albert Hamilton Fish'dan etkilendiğini biliyoruz.

ALBERT HAMİLTON FISH

1875 yılında babasının ölümünden sonra, kimsesiz çocukların bakıldığı bir çocuk bakımevine yerleştirilen Albert Fish, yedi yaşına kadar kaldığı bu kuruma uyum sağlayamadığı için ruhsal yapısı bozuldu. 

 Bu kurumda cinsel istismara uğradıktan sonra, annesinin yanına aşırı baş ağrılarından yakınarak dönen Albert Fish, lise öğreniminin ardından bir yandan gezip bir yandan geçici işlerde çalışmaya başladı. 

1882 yılında eşcinsel eğilimleri ortaya çıktı. Küçük suçlara bulaşan Fish, 1910 yılında ilk kez cinayet işledi. Çeşitli sapkınlıklara olan ilgisi giderek artıyordu. Dine olan eğilimi belirginleşti.

Genellikle küçük ve savunmasız çocukları kurban seçen Albert Fish, cinayetlerinde mutlaka işkenceler uyguluyor, [tecavüz] ediyor, etlerini yiyor, kurbanlarına acı çektirmekten büyük zevk duyarak, bunları din adına yaptığını düşünüyordu. 1920 yılına kadar yaklaşık 15 cinayet işlediği varsayılmaktadır. 

Seri katil, aynı zamanda kendi kendisine de çeşitli işkenceler uyguluyor, kendi idrarını içip, çivili sopayla kendini dövmek, kasıklarına iğne batırmak gibi cinsel ve fiziksel işkencelerle kendi günahlarını cezalandırdığına inanıyordu. İşkence yaptığı ve öldürdüğü çocukları "tanrıya verilen kurbanlar" olarak düşünüyordu.

1898'de evlendi ve altı çocuk sahibi oldu. Karısının başka biriyle kaçarak kendisini terketmesinden sonra başka kadınlarla da birlikte oldu. "Gri adam", sürekli adres değiştirdi, her gittiği yerde yüzlerce çocuğu taciz etti, ve bazılarını öldürdü.

Gri Adam, 2007

1928'de Budd ailesiyle yakınlaşan Fish, onların güvenini kazandıktan sonra küçük kızları Grace Budd'ı, yeğeninin doğumgünü eğlencesine götürmek bahanesiyle kaçırarak boş bir eve götürdü. Grace'in cesedini parçalayan Fish, bazı parçaları kaldığı pansiyona getirdi ve dokuz gün boyunca hiç dışarı çıkmadan bu parçaları pişirip yiyerek mastürbasyon yaptı. 

Daha sonra kaçmaya başlayan Fish,1934 yılında kendi hatası yüzünden, kendisini yakalamayı kişisel bir konu haline getiren polis William King'in eline düştü. "Brooklyn Vampiri", Budd ailesine, kızlarını nasıl öldürüp yediğini anlatan mektuplar göndermesi nedeniyle yakalandı.

1935 yılında yargılanmasının sonunda deliliğine kanaat getirildiyse de elektrikli sandalyede idam cezasına çarptırıldı. 
Kararı duyunca "Hiç tatmadığım bu büyük zevki tatmaktan mutlu olacağını" açıkladı. 
Albert Fish'in idam cezası, 16 Ocak 1936 tarihinde Sing Sing hapishanesinde elektrikli sandalyede infaz edildi.

Bu seri katil hakkında yazılan kitaplar ve çekilen filmler;
"Stephen King'in Kara Ev romanı.
Harold Schechter'in Deranged adlı kitabı.
Albert Fish, 2007, yönetmen: John Borowski.
Gri Adam, 2007, Yönetmen: Scott L. Flynn." dir. 

Ancak burada Thomas Harris'e ilham kaynağı olarak yaratmasını sağladığı Dr. Hannibal Lecter serisine odaklanmak istiyorum.

Anthony Hopkins'in muhteşem oyunculuğu ile adeta hayat verdiği ve 4 filmden oluşan Dr. Hannibal Lecter efsanesine:


  1991
 Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)
IMDB Puanı: 8.7
Yazar Thomas Harris'in aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılan, yönetmenliğini Jonathan Demme'nin yaptığı, 1991 yapımı psikolojik gerilim türünde bir film.

Thomas J. Harris'in romanınının bu nabızları zorlayan uyarlamasında, FBI'daki eğitimi devam eden Clarice Starling (Jodie Foster) yüksek güvenlikli bir tımarhaneye girerek bir psikiyatristken yamyamlık yapan bir kitle katiline dönüşen Hannibal Lecter'in (Anthony Hopkins) hastalıklı zihninin derinliklerine inmeye çalışmaktadır. 

Starling'in bir seri katili yakalamak için ipuçlarına ihtiyacı vardır. Ancak ne yazık ki, Lecter ile yaşadığı Faustiyen ilişki sonunda onun kaçışına sebep olur ve artık iki ayrı seri katil karanlıklarda serbest dolaşır.

1992 yılında 7 dalda Oscar'a aday olan film, yönetmenine ve başrol oyuncularına altın heykelciği getirirken; en iyi film ve en iyi senaryo uyarlaması dalında da ödüle layık görülmüştü. 
Filmde başrol oynayan Jodie Foster 30 yaşına gelmeden iki oscar kazanan nadir oyuncular arasına girdi. Anthony Hopkins, bu filmdeki toplam 16 dakikalık performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ını kazandı. Ki bu süre, bir oyuncunun bir filmde gözüktüğü en kısa süredir. En iyi film Oscarını alan tek korku filmidir.


2001
 Hannibal 
  IMDB Puanı: 6.4
 Hanibal, 2001 yapımı Ridley Scott'un yönetmenliğini üstlendiği psikolojik gerilim filmi. Thomas Harris'ın aynı isimli Hannibal romanından uyarlanmıştır. 1991 yapımı Oscar Ödüllü Kuzuların Sessizliği filminin devam filmidir. Filmin başrollerini Anthony Hopkins, Julianne Moore ve Gary Oldman paylaşır. Film, Amerika Birleşik Devletleri ve İtalya'da geçmektedir.

Dr. Hannibal Lecter'ın çaylak FBI ajanı Clarice Starling'in büyük hatası sonucu hücresinden kaçışının üzerinden yedi yıl geçmiştir. Dr. Lecter, bu kaçışının ardından Floransa'ya gidip yerleşmiş hayatın tadını çıkarmaktadır; fakat Clarice Starling hala Dr. Lecter ile yedi yıl önce en yüksek güvenlik önlemlerinin olduğu tehlikeli deliler koğuşunda yaptığı görüşmeyi unutmamıştır. 

Dr. Lecter'ı unutmayan biri daha vardır: Mason Verger. Dr. Lecter'ın eski bir kurbanı olan Mason Verger onun elinden güçlükle kurtulmuştur. Verger domuz besiciliğiyle kendine bir imparatorluk yaratmıştır ve de Dr. Lecter'dan intikam alma duygusuyla yanıp tutuşmaktadır. Dr. Lecter yüzünden bir soluk makinesine bağlı yaşamak zorunda kalan Verger'in zenginliği sayesinde elinde çok geniş imkanlar vardır ve kendi kurduğu dünyada en ufak bir hareketi bile hissetmektedir. Mason Verger sonunda Dr. Lecter'ı nasıl tuzağa düşüreceğini bulur. Lecter'a onun için dünyanın en değerli ve en zarif yemini sunacaktır. Verger'in bu yemi Dr. Lecter'a sunmasında Clarice Starling'i kendinde bir saplantı haline getiren FBI başmüfettiş yardımcısı Paul Krendler da ona yardım edecektir. 



 2002
Red Dragon (Kızıl Ejder)
  IMDB Puanı: 7.3
Serinin Kızıl üçüncü filmi olan Ejder’de, ilginç bir beslenme zevkine sahip Dr.Hannibal Lecter'’ın macerasının aslında en başına gidiyoruz.

Ajan Graham 3 yıl önce Chesapeake Ripper isimli bir seri katili yakalamak için Dr. Hannibal Lecter’dan yardım almış ama ölmekten kıl payıyla kurtulduğu araştırmasının sonucunda görmüştür ki Chesapeake Ripper, Dr.Lecter’ın ta kendisidir. 

Bu korkunç tecrübesinden sonra erken emekliye ayrılan FBI ajanı Will Graham, The Tooth Fairy olarak tanınan yeni bir seri katili yakalamak üzere tekrar göreve çağrılır. Ajan Graham bu acımasız seri katili yakalamak için hapse gönderdiği Dr. Lecter’dan bir kez daha yardım almak zorunda olacaktır.



2007
Hannibal Rising (Hannibal Doğuyor)

IMDB Puanı: 6.0
Hannibal ve Mischa Lecter, II. Dünya Savaşı yıllarında daha çocuk yaştayken anne ve babalarını kaybeder. Litvanya'da Sovyet yetimhanesinde kalan 16 yaşındaki Hannibal Lecter yetimhanedeki arkadaşlarıyla anlaşamamaktadır. Geceleri kız kardeşiyle ilgili korkunç kabuslar gören Hannibal sonunda yetimhaneden kaçar ve amcasının yaşadığı Paris'e gider.


Fakat Hannibal, Lecter Şatosu'na geldiğinde amcasının ölmüş olduğunu keşfeder. Amcasının dul eşi Murasaki Shibuku ona evini açar ve bu gizemli kadın onu, yemek, müzik ve resim hakkında eğitir. Fakat Hannibal bir türlü onu kovalayan geçmişinden ve gördüğü korkunç kabuslardan kurtulamamaktadır.

Tıp eğitimi almaya başlayan Hannibal kabuslarında gördüğü savaş suçlularını aramaya karar verir. Tek bir amacı vardır. Açlıktan ölmemek için gözleri önünde küçük kız kardeşini yiyen adamlardan intikam almak.

Her biri farklı yönetmenler tarafından çekilen Dr. Hannibal Lecter konulu dört muhteşem yapıtı kısa kısa alıntılarla tanıtmaya çalıştım. 


Bana kalırsa 91 yapımı Kuzuların Sesizliği filmi serinin en güçlü filmidir. Devamında gelen Hannibal serinin zayıf halkası iken, üçüncü film olan Red Dragon ise 86 yapımı Manhunter filminin adeta birebir yeniden çekilmiş halidir. Tabii ki Edward Norton ve Anthony Hopkins gibi dev oyuncular ve gelişen teknikler sayesinde çok daha ihtişamlıdır.

Burada anlayamadığım, son film olan Hannibal Rissing'in IMDb denilen tuhaf siteden sadece 6.0 puan almış olmasıdır. Anthony Hopkins'in yokluğundan mıdır bilinmez, Hannibal Rissing gibi dev bir prodüksiyon, hatta abartıp "muhteşem çekilmiş bir yapıt" bile diyebileceğim bu film, serinin ilk filminden sonra en iyisidir. Puanlayacak olsam, benim gözümde en az 7.5 alacağı kesindir.

Şimdi geliyoruz bir başka efsana katile. Cinayetleri birçok hikâyelere ve filmlere ilham kaynağı olmuş Edward Theodore Grein'e: 
Sapık (1960) (Alfred Hitchcock), The Silence of the Lambs (Thomas Harris / Jonathan Demme) ve Teksas Testere Katliamı (1973) bunların en bilinen örnekleridir.

EDWARD THEODORE GEIN

Ed Gein dört kişilik bir ailede büyür: alkolik bir baba, dominant ve aşırı dindar bir anne ve abisi Henry. Annesinin kendisine olan etkisi çok büyüktür. Babası ve abisinden sonra, 1945’te annesi de vefat ettiğinde, Ed dünyada tek başına kalır.

Bu yalnızlık, insanların zaten garipsediği Gein’i, iyice deliliğe iter. Merhum annesini tekrar diriltebilmek için, anatomi bilimini incelemeye başlar ve mezarlıklardan çaldığı cesetler üzerinde öğrendiklerini uygulamaya koyulur. Kendisini özellikle büyüleyen, kadın vücududur.
Annesini diriltmeyi başaramayacağını anlayınca, annesinin yaşında bir kadının cesedinin derisini yüzmeye karar verir ve arada sırada bu deriyi (annesinin eski elbiseleriyle birlikte) elbise niyetine giyer.

Hayatı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış olan Gein, kadınlara karşı hissetiği karmaşık duyguları pek anlayamaz ve bir kadın olma isteği geliştirir. İlk başlarda kendi kendini hadım etmeyi düşünen Gein, bir kadın derisinin kendisini yeterince kadınsı gösterdiğine inanarak, bu düşüncesinden vazgeçer. Kadın vücutlarına duyduğu isteği gitgide daha da büyüyen Gein, bir süre sonra sadece mezarlardan ceset çıkarmakla kalmaz, 1954 yılından itibaren bir cinayet işlemeye karar verir ve kurbanını annesinin öldüğü yaştan seçer.

Deri işlemesinde gün geçtikçe daha da hamaratlaşan Gein, bir süre sonra meme uçlarından kemer, kafatasından bardak ve diğer süs eşyaları yapmaya koyulur.

 Sapık (1960) (Alfred Hitchcock)

İlk cinayetinden sonra kasabanın şerifi Ed Gein’in izini bulur ve tutuklar. Evde arama yapan polis, birçok kadavra, insan dudaklarından yapılmış kolyeler ve diğer garip nesnelerle karşılaşır.Gein’in birden çok daha fazla cinayet işlemiş olması gerektiğini düşünür, ama daha sonra yapılan incelemelerle bu ceset parçalarının yakındaki mezarlıktan çıkarılan yaşlı kadın cesetlerinden kesildiği anlaşılır. Gein, ölü sevicilik ve yamyamlık gibi suçlamaları şiddetle inkar eder: kendisine göre cinayetleri sadece evini süslemek için işlemiştir.

Doktorlar Gein'e kronik şizofreni tanısı koymuşlardır. Ayrıca yaptıklarından yola çıkarak, onun, gizli eşcinsel olabileceği de düşünülmüştür.

Deli raporu sayesinde hapse konulmayan Gein, geri kalan hayatını ıslahevlerinde geçirir ve 1984 yılında 77 yaşında uzun zamandır çektiği kanser hastalığı sonucu yaşamını yitirir.

Şimdi bu hastalıklı adam hakkında büyük usta Alfred Hitchcock'un kült filmi Sapık (1960) inceleyelim.
 Psycho "Sapık" (1960)


Sapık Alfred Hitchcock tarafından çekilen, senaryosu Joseph Stefano tarafından psikozlu bir katili hakkında yazılan 1960 tarihli korku ve gerilim filmidir. Film, Robert Bloch'un Wisconsinli katil Ed Gein'nin suçlarından esinlenerek yazdığı aynı adlı romanından uyarlanmıştır.Film, bir sekreter olan Marion Crane (Janet Leigh) ve yalnız başına yaşayan bir motel sahibi Norman Bates (Anthony Perkins) arasındaki karşılaşmayı anlatır. Film Türkiye'de 24 Ocak 1965'te gösterime girmiştir.

"Sapık" filmi, ABD'de "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek Kongre Kütüphanesi'nin "Ulusal Film Arşivi"nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.

Marion Crane (Janet Leigh), Arizona'da bir emlak ofisinde çalışmaktadır.Sevgilisi Sam (John Gavin) ile evlenmek istemektedir ancak çiftin çok az parası vardır.Bir cuma günü, patronu Marion'a bankaya para yatırması için 40 bin dolar verir.Marion, bu parayla Sam'le hayal ettikleri hayatı kurabileceklerine karar verir ve parayı çalarak Sam'le buluşmaya gider. 


Yolda Bates Motel'de konaklamak zorunda kalır.Moteli işleten Norman Bates (Anthony Perkins), annesiyle saplantısı olan genç bir adamdır. Beraber akşam yemeği yerler ve Marion odasına çekilir ve yatmadan önce duş almaya karar verir.Sinema tarihinde adından ünlü "duş sahnesiyle" söz ettiren, türünün en önemli örneklerinden Sapık, Alfred Hitchcock'un başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.

Psycho "Sapık" (1960)


Yazımız giderek sertleşirken şunu hatırlatmak isterim ki bu bölümde hakikaten dünya üzerindeki en korkunç suçlular olan Henry Lee Lucas ve Ottis Elwood Toole'den bahsedeceğiz. Bu çift hakkında okuyacaklarınız herkesin kaldırabileceği cinsten olmayacak. Bu yüzden rahatsız edici içerik konusunda tekrar hatırlatma yaparak konumuza devam edelim.


Öncelikle başrolümüz olan Henry Lee Lucas'a göz atalım daha sonra ikilinin nasıl tanıştığını ve neler yaptıklarını inceleyeceğiz. Akabinde haklarında çekilen Henry: Portrait of a Serial Killer filmine bakacağız.

HENRY LEE LUCAS

"Birini öldürmek, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Eğer bir kurban istiyorsam, sokağa çıkar ve bir tane bulurum."
 

"Seks benim zayıf noktalarımdan biridir. Yapabildiğim her şekilde seks yaparım. Eğer bunun için birini zorlamak durumundaysam, yaparım.. Onlara tecavüz ederim; bunu yaptım. Onlarla seks yapmak için hayvanları öldürdüm ve onlarla canlıyken de seks yaptım."

Henry Lee Lucas insanlık tarihinin görmüş olduğu en ilginç canilerden biridir. Daha küçükken belden aşağısı olmayan babası, fahişelik yapan annesinin aşağılamalarına dayanamayarak intihar etti. Kardeşi ile şakalaşırken oyulan gözü, tıbbi müdahale görmeden annesinin işkenceleri ile günlerce kötüye gitti. Ancak günler sonra fenalaşan çocuğun gözünü bir doktor temizledi. Annesi bir seferinde o kadar kötü sopaladı ki çocuk günlerce yarı baygın yattı, ancak yine daha sonra doktora götürüldü. Bazen de sadece canı sıkıldığı için kız elbisesi giydirip, saçlarını yapıp öyle okula gönderirdi.
 

Yıllar sonra bir gün, çok alkollü iken Lucas annesini arkadan bıçaklayıp cesedi ile cinsel ilişkiye girdi. Yirmi yıldan kırk yıla kadar ağır hapis cezası aldı, on yıl sonra tarihin en vahşi seri katillerinden biri olarak serbest kaldı.
 

Gençlik yıllarında bir akrabası ile ava gidip çeşitli hayvanları öldürüp onlara tecavüz etmeye başlamıştı bile. Aynı zamanda üvey kardeşi ile ensest eşcinsel bir ilişkisi vardı. İlk cinayetini ve necrophiliac ilişkisini 14 yaşında yaşamış. Otobüs durağında bekleyen 17 yaşında bir kızı kaçırıp, terk edilmiş bir yerde döve döve öldürdükten sonra tecavüz etmiş. Ancak polis merkezine buna benzer bir kayıp vakası asla bildirilmemiş. Lucas, itiraflarını yalanlamak gibi bir huya sahipti ve sık sık yalan söylemeye çok meyilliydi. Bu nedenle, şimdi bile bir çok itirafının gerçek olduğu ne kanıtlanabiliyor ne de yalan olduğu kesin.

Bir süreliğine hapse giren Henry, serbest kaldığı günün ertesi 12 yaşındaki yeğenine tecavüz ettiği iddia edildi. Dışarıda fazla dayanamayan Lucas'ı yakın zaman sonra yine haneye tecavüzden tutukladılar. Tekrar çıkışından bir süre sonra annesini bıçakladı. Çocukluğunu kabusa çeviren kadın yoğunbakımda elli saat can çekiştikten sonra öldü. 10 yıl sonra hapishanenin kapısından "özgür" olarak ayrıldıktan sonra iki kadın daha öldü. Birisini hapishaneden görülebilsin diye yakında bırakmış, ama bu iddiayla ilgili herhangi bir kanıt bulunamadı. Küçük bir kız çocuğunu kaçırmaya çalışırken yakalanınca 1975'e kadar dört yıl daha hücrenin yolunu tuttu.
 
OTTIS ELWOOD TOOLE

En son serbest kalışından sonra seyahat etmeye başladı. Eyalet eyalet dolaşıyordu. Bir seri tuhaf olaylar zincirinden sonra, Floridaya geldi. Henry Lee Lucas'ın cinayet zinciri Florida 'da ilginç bir alaşım halini alacaktı.
Ottis Toole ile bir çorbacıda tanıştı. Ottis Toole, insan etine karşı dayanılmaz bir iştah duyan biseksüel bir caniydi. 

Annesi, babası, karısı ve zihinsel özürlü iki yeğeniyle aynı evde yaşayan Ottis'in misyonerlikten tanıştığı garip adamları eve getirmesi ve onlarla eşcinsel ilişki kurması, hatta bu arkadaşlarının karısı ve daha küçük bir kız çocuğu olan özürlü yeğeniyle seks yapmalarını izlemeyi sevmesi her nasılsa artık bu tuhaf ailede normal karşılanmaya başlamıştı. 

Lucas bu eve taşınınca Toole'un karısına yatak odasında yer kalmadı ve komşularla yaşaması için evden kapı dışarı edildi. Özürlü yeğen de iki sevgilinin seks oyuncağı olarak yaşamına devam etti. 

İki çocuk ile yollara düşen kana susamış bu iki katil, yol boyunca karşılarına çıkan otostopçuları önce öldürdüler. Sonra Lucas cesetlerle kendi ilgilendiği işleri bitirince Toole da akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Yol üzerinde dükkanları ve hatta bankaları soyarak yola devam ettiler. Bir dükkanı soyarken Lucas kasiyeri öldürdü ve oturup Toole'un tecavüz edişini seyretti. Bir seferinde ise yolun kenarında yürüyen bir çiftin yanında durup Toole erkeğe dokuz kez ateş edip öldürdü ve Lucas da döve döve kızı arabaya bindirdi. Yola devam ederken Lucas kıza defalarca tecavüz etti, sonra Toole kenara çekip kızı altı defa vurdu. Bazen ise durmaya bile tenezzül etmeden sadece çarpıp kaçıyorlardı.
 



İkilinin beraber 65'ten fazla kişinin ölümünden sorumlu olduğu hesaplanıyor. Gerçi Lucas 600'den fazla cinayetin itirafında bulundu ama çoğunun polis kayıtlarında açıklanamayan cinayetlerin kendi üstüne kalmasından hoşnut olmasından kaynaklandığını düşünüyorlar. 

İtiraflarının arasında üyesi oldukları bir satanist kültten söz ediyor. Bu sanatist topluluğun lideri üye olabilmeleri için bir cinayet işlemelerini şart koşmuş. Bunu yerine getirmek için bir gün sonra, Ottis adamın birini plaja doğru sürüklerken Lucas elinde bir ustura ile plajda oturuyordu. Lucas adamı bir güzel doğradıktan sonra topluluğun üyeleri cesedi bir "Kara Gün" ayininde usulüne göre pişirip yediler. 

Köle olarak satılmak üzere bebekleri ve küçük çocukları kaçırdılar. Çocuklara uyuşturucu verip yasadışı çocuk pornosu çektiler. Lucas'ın anlattıklarına rağmen böyle bir kültün varlığı ortaya çıkarılamamıştır. 

Yolda hastalanıp hastaneye kaldırılan Ottis Toole'dan ayrılan Lucas çocuklarla yola devam etti ama o da bir süre sonra tutuklandı ve iki ay hapse mahkum oldu. Çocuklar annelerine iade edildi . 

Yetiştirme yurduna transfer edilen küçük kız Frieda, (Lucas ona "Becky" diyordu.) bir süre sonra dayanamayıp kaçtı. Tekrar Jacksonville'de bir araya gelen Lucas ve Becky evlendiler. Bu evlilik, Lucas'ın deyimiyle "babacan bir ilişki" ve ikili arasında cıkan cinsel içerikli bir kavganın sonunda Becky'nin ölümüyle sonuçlandı. Ceset çok sonra açık bir alanda yastık kılıflarına doldurulmuş olarak bulundu.
 

Satanist topluluğun başı Don Meteric, Lucas ile bağlantıya geçti ve Texas'tan bir avukatı öldürmesini istedi. Lucas bir şekilde adamla samimiyeti kurup içki içmeye davet etti. Avukatı sarhoş etti, iyice kafayı bulduğu bir anda "tam içkiyi yutarken boğazını öyle derin kestim ki dışarı içki taştı." dedi itiraflarının bir bölümünde. Cesedi daha kolay bulunması için göğüs kafesi dışarıda kalacak şekilde gömdü.
 

 

Karısının ortadan kayboluşundan iki gün sonra kendisinden şüphelenmeye başlayan ev sahipleri Kate Rich, Lucas'a çıkıştı ve Becky'nin bir kamyoncu ile kaçtığına inanmadığını söyleyerek kendi ölüm fermanını imzalamış oldu. Lucas onun göğsüne bir haç işareti kazıdı ve cesede tecavüz etti. Bir çukura attığı cesedi daha sonra gelip parçalara ayırdı ve parçaları sabaha kadar sobada yaktı. 

Bir süre ortada gözükmedi, şehre geri döndüğünde eskiden tanıdığı Jack Smart'ın yanında çalışmak istedi. Kendisinden şüphelenen Smart'ın polise haber vermesiyle kıskıvrak yakalandı ama delil yetersizliğinden serbest kaldı. 

Eyalet turlarına tekrar başladı Lucas ve kendine sevişecek yeni cesetler bulmakta sıkıntı çekmedi. Kasabada dükkanı olan Ruben Moore ile temasa geçti ve Moore gelip kendisi ile çalışması için güzel para teklif etti. Lucas dükkana vardığı sırada polis de onu bekliyordu.

Hiç bir zaman suçu kanıtlanamayan Henry Lee Lucas'ı yeterince içeride tutacak kadar suç vardı artık. Onu her seferinde elinden bırakmak zorunda kalan şerif Bill F. Conway, sonunda başarmıştı ama yine de cinayetleri onun işlediği hakkında bir kanıt bulamıyordu.



15 mayıs 1983'te gardiyan Joe Don Deaver şafak vaktinde son kontrolleri yaparken, en sevdiği zamanın sessizliğini Lucas'ın çığlıkları bozdu:
"Burada ışıklar var! Işıklar benimle konuşuyor." 
"Ne ışığı, her yer karanlık. Kapat çeneni de biraz uyu, iyice kafayı yedin!" diye çıkıştı gardiyan Deaver. 
Birazdan yine Lucas'ın sesi geldi : "Gardiyan, çabuk buraya gel!" 
Sinirle yanına gelen gardiyana "Don, ben çok kötü şeyler yaptım." dedi ve böylelikle gecenin bir yarısı yataktan Deaver'ın telefonuyla kalkan şerif Conway, belki hayatı boyunca bulamayacağı bilgilere ulaşma şansını yakaladı. 

Henry'yi motive etmek için en sevdiği şeyler olan kahve ve sigaradan mahrum bırakarak daha çabuk yol kat etti. Yalan testlerinden kolayca geçmeyi başaran Henry bu gecenin sonunda her şeyi anlatmaya karar vermişti. Şerif, karşısında oturan Lucas'a soruları sormaya başlarken elindeki kağıtta:
 

"O kadar uzun zamandır yardıma ihtiyacım var ki ve kimse bana inanmayacak. Geçen on yıl boyunca hep öldürdüm ve kimse bana inanmayacak. Bunu yapmaya devam edemem, tek sevdiğim kızı da öldürdüm." yazıyordu. Şerif mahkuma "Bayan Rich'e ne yaptın?" diye sorduğu sırada sadece tarihin en büyük seri cinayet soruşturmalarından biri başlamıyordu belki de en sıra dışı olanı buydu.
 

Henry Lee Lucas, hala hapishanede; yaptıkları, yapmadıkları, söyledikleri ve yalanladıklarıyla bilinmezliğini ve akıllara zarar profiliyle Amerikan adalet sisteminde önemini koruyor. 

Gelelim bu korkunç hikayenin sinemaya nasıl yansıdığına. 
Filmimizin adı:
Henry: Portrait of a Serial Killer

Henry: Bir Seri Katilin Portresi 1986 ABD yapımı suç gerilim filmidir. 
Özgün adı Henry: Portrait of a Serial Killer dır.

Bu bağımsız filmin yönetmeni John McNaughton aynı zamanda filmin yapımcılarından biridir ve Richard Fire'la birlikte senaryoyu da yazmış hatta filmin müziğine de katkıda bulunmuştur. 

Filmin yıldız oyuncuları yoktur, çoğunlukla az tanınmış veya tanınmamış oyuncularla çekilmiştir. Başlıca rollerinde Michael Rooker, Tom Towles ve Tracy Arnold oynamışlardır. Michael Rooker'ın ilk sinema filmidir.

Sadece adına bakıldığında ucuz bir slasher filmi izlenimi verse de, aslında film şimdiye kadar çevrilmiş en dehşet verici seri katil filmlerinden biridir. 

Öncelikle film gerçekte bir seri katil olan ve 2001 yılında cezasını çekmekte olduğu hapishanede ölen Henry Lee Lucas'ın soğukkanlı itiraflarına dayanmaktadır. Ayrıca diğer birçok slasher film gibi özel efektlere fazlaca baş vurulmaz ve katilin kimliği filmin en sonunda ortaya çıkmaz, o katil sıradan gibi gözüken gündelik yaşantısıyla başından beri seyirciyle birliktedir. 


Zaten filmi asıl ürkütücü ve rahatsız edici yapan da bu olağanüstü gerçeklilik duygusudur. Ayrıca film Amerika'nın yaldızlı görüntüsünün altında bir başka Amerika daha olduğunu gösteren az sayıda gerçekçi filmlerden biridir.

Film Henry Lee Lucas adlı bir seri katilin hayatından bir bölümü anlatır. Hapishaneden tanıştıkları ve aynı evi paylaştıkları kendisi gibi psikopat ve uyuşturucu bağımlısı arkadaşı Otis'le birlikte zevk için arka arkaya işledikleri bir dizi cinayet konu edilir. Bu canavarca cinayetleri durmaksızın işlerlerken hiçbir amaçları veya motivasyonları yoktur.


Bu bağımsız film $110,000 gibi düşük bir bütçeyle sadece bir ay gibi kısa bir sürede çekilmişti. ABD derecelendirme dairesi MPAA ile bir türlü mutabakata varılamaması nedeniyle tamamlandığı 1986 yılından 1989'a kadar gösterime verilemedi. 

Ancak o tarihe kadar Chicago Uluslararası Film Festivali başta olmak üzere birkaç festivalde gösterilebildi. İngiltere'de ise 1993 yılında gösterim izni alabilmiştir. Bu çok tartışma yaratmış film birçok kereler yasaklanmıştır.

1998 yılında bir devam filmi yapılmıştır. Henry: Portrait of a Serial Killer, Part 2 adındaki bu film ilki kadar ses getirmedi.

Henry: Portrait of a Serial Killer Fragman



Bu korkunç seri katil çiftin tüylerinizi diken diken eden hikayesini 86 yılı şartlarında oldukça başarılı aktaran ve IMDb puanı 7.1/10 olan Henry: Portrait of a Serial Killer filmini, bendeniz oldukça erken bir yaşta izlemiştim. Haliyle hiç unutamadığım filmler arasında yerini alan bu film, benim seri katillere olan merakımında, bu yazının derlenmesininde gerçek sorumlusudur.

Şimdi temamızdan sapmadan, sizler için seçtiğim bir çok filmi hızlıca incelemeye başlayacağız. Bütün bu filmlerde az ya da çok bu yazı boyunca okuduğunuz seri katil profillerinden yansımalara rastlayacaksınız.

Kısa kısa tanıtacağım filmlerin herbiri halihazırda oldukça bilinen, başarılı seri katil temalı filmler.

Gelin hep beraber bu harika filmlere hızlı bir bakış atalım..
 Bunlardan ilki 1995 yapımı Se7en filmi.

Se7en

Filmin Yönetmeni: David Fincher
Filmin Türü: Gerilim, Macera
IMDB Puanı: 8.7
Yapım Yılı: 1995
Ülke: ABD
Yayınlanan Tarih: 16 Şubat 1996
Senaryo yazarı: Andrew Kevin Walker
Başrol Oyuncuları: 
Brad Pitt, Morgan Freeman, Gwyneth Paltrow, R. Lee Ermey

 7 ölümcül günahı işleyenleri kendi vahşi yöntemleriyle öldüren bir seri katil ve onun peşindeki iki polis dedektifin çabalarını konu alan bir gerilim başyapıtı. Yönetmen David Fincher imzalı film, gerek sürükleyici konusu gerekse oyuncuların performanslarıyla gişede büyük başarı yakalamıştı. En iyi kurgu dalında 1996′da ödüle aday olan film bu ödülü alamamıştı. Özellikle sürpriz kötü adamı ve çarpıcı finali ile şimdiden bir klasik olarak yerini aldı…




Copycat
Kopya Cinayetler
Yönetmen: Jon Amiel
Yıl: 1995
IMDb: 6.5 / 10
Oyuncular: 
Sigourney Weaver Dermot Mulroney  
Holly Hunter Harry Connick Jr. Will Patton

Bir adam, geçmişteki "ünlü" seri cinayetleri taklit etmektedir. Üstelik bu seferki hedefi, seri katillerin psikopatolojisi üzerine eserler veren bir psikiyatristtir.

San Francisco polis departmanı ndan hırslı bir cinayet masası dedektifi ve seçkin bir kriminal psikoloğu, bu katilin izini adım adım sürerler. Eğer yakalamayı başaramazlarsa, belki de bir sonraki kurban onlar olacaktır...

Bu filmde yukarıda okuduğunuz yazıdaki birçok cinayeti ve hatta bizim bahsetmediğimiz daha fazlasını bulabilirsiniz.




The Bone Collector 
Kemik Koleksiyoncusu
 Filmin Yönetmeni Phillip Noyce
Yapım Yılı 1999

Tür: Gerilim, Gizem, Polisiye, Suç
Ülke ABD
IMDb:6.5/10 

Senaryo yazarı Jeffery Deaver
Başrol Oyuncuları Angelina Jolie, Denzel Washington, Queen Latifah, Luis Guzmán, Michael Rooker, Ed O’neill


 Bir seri katilin ipuçlarıyla beslediği cinayetlerine odaklanan Lincoln Rhyme (Denzel Washington) geçirdiği bir kaza sonucu hareket edemez hale gelir ve bu cinayetleri çözebilmesi için yardıma ihtiyacı vardır. Amelia Donaghy (Angelina Jolie), başarılı bir polis memuru olarak dikkatleri üzerine toplamıştır ve bu önemli görev için Lincoln Rhyme'e yardımcı olacaktır. Bu ikili, seri katilin ipuçlarını birlikte değerlendirip katili yakalamayı hedeflemektedirler.




Beyza'nın Kadınları
Yönetmen Mustafa Altıoklar
  Yönetmen:Mustafa Altıoklar
Senaryo:
Nuket Bıçakçı, Ebru Hacıoğlu
Oyuncular:
Demet Evgar (Beyza),Tamer Karadağlı (Fatih)
Yıl: 2006

İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan kesik bacaklar halk arasında panik yaratmaya başlarken komiser Fatih olayı çözmekle görevlendirilir. Bu dava boyunca ortağı, Amerika’da eğitim almış bir seri katil uzmanı psikiyatr olan Doruk’tur.

Seri katil profillerini çözmedeki başarısına rağmen Doruk yanıbaşındaki sorunun farkında bile değildir. Karısı Beyza bilinç kayıplarıyla başetmeye çalışmakta ve kayıp zamanlarının izini sürmektedir

Komiser ve psikiyatr seri katil bulmacası içine her gün daha fazla gömülürken, Beyza da nasıl olduğunu anlamasa da kurbanlarla arasında tuhaf bir ilişki farkeder.




Perfume: The Story of a Murderer 

Koku: Bir Katilin Hikayesi
IMDB Puanı:7.5
Yönetmen Adı:Tom Tykwer
Yapım Yılı:2006
Ülke: Fransa , İspanya , Almanya
Tür:Dram , Gerilim
Gösterim Tarihi:16 Şubat 2007
Oyuncular:
Ben Whishaw, Dustin Hoffman, Alan Rickman


Grenouille, kokulara karşı inanılmaz bir duyarlılığı olan ama bunun haricinde hiçbir duyusunun gelişmemiş olduğu çok ilginç bir adamdır. İstediği kokuları elde edebilmek için her türlü çılgınlığı yapmaya hazırdır; cinayet işlemek de dahil... Az da olsa koku salan herşeyin ve herkesin kokusunu alabilen bu sıradışı ve dahi karakter, birgün kendi kokusunun olmadığını anladığında hayatının tüm anlamını yitirir. 


Bu 'hayati' önemdeki eksikliğini giderebilmenin tek yolunun, kendisine insanmış izlenimi verebilecek kokular üretip sürmesi olduğunu düşünür. İnsan kokuları yaratabilmek için de insanlara ihtiyacı vardır. 

 Toplum içinde varolabilmenin tek yolunu bu şekilde tanımlayabilen bir adamın, sonu inanılmaz bir trajediye giden öyküsü, Patrick Süskind'in yayınlandığında çok uzun süre çok satanlar listesinde yer alan kitabından beyazperdeye aktarıldı. Yönetmense Koş Lola Koş ve Cennet filmlerinin de yönetmeni olan Tom Tykwer. Filmin, Avrupa Sinama standartları düşünüldüğünde oldukça yüksek bir bütçeyle çekildiğini de belirtelim.



Zodiac

Filmin Yönetmeni: David Fincher

Filmin Türü: Polisiye, Dram, Tarihi
IMDB Puanı: 7.7
Yapım Yılı: 2007
Ülke: ABD
Yayınlanan Tarih: 18 Mayıs 2007
Senaryo yazarı: James Vanderbilt, Robert Graysmith

Başrol Oyuncuları: 
Jake Gyllenhaal, Mark Ruffalo, Anthony Edwards, Robert Downey Jr, Brian Cox, John Carroll Lynch, Richmond Arquette, Bob Stephenson


San Francisco’yu yıllarca dehşete boğmuş bir seri katil, bu katili yakalamayı kendilerine takıntı haline getirmiş dört adam ve gerçeklerden yola çıkan bu hikayeyi perdeye taşıyan, seri katil filmlerinin başarılı yönetmeni David Fincher…


Seri katilin bıraktığı ipuçlarını takip ederek olayı aydınlatmayı kendilerine saplantı haline getiren bu dört adamın hayatı, artık katilin hareket alanı içinde şekillenmektedir. Yıllar boyu saldırılarını kesmeyen ve yok olmuş görünürken birden bire yeniden ortaya çıkan bu seri katil, sadece onu yakalamaya çalışanların değil, bütün şehrin kabusu olacaktır. Kurbanlar sadece öldürülenler değil, şehirde yaşayan tüm insanlardır…

Yedi, Oyun, Dövüş Kulübü filmleri ile gerilim sinemasında kendine özel bir yer edinen David Fincher, Zodiac’ın dehşetini estirdiği yıllarda San Fransisco’da yaşayan ilkokul öğrencisi bir çocuktu. Yönetmen, çocukluk dönemini çok etkileyen bu seri katilin hikayesini yıllar sonra beyazperdeye taşıyor..




Natural Born Killers
IMDb: 7.2
Ülke:ABD
Yönetmen: Oliver Stone
Senaryo: Quentin Tarantino
Oyuncular:
Woody Harrelson, Juliette Lewis

Katil Doğanlar (İngilizce özgün adı:Natural Born Killers) 1994 yapımı, Oliver Stone tarafından yönetilmiş ve başrollerinde Juliette Lewis ve Woody Harrelson'ın oynadığı bir filmdir. Rodney Dangerfield, Robert Downey Jr., Tom Sizemore ve Tommy Lee Jones yardımcı karakterleri canlandırmışlardır. Film iki katilin hikâyesini anlatmaktadır.

Mallory (Juliette Lewis) kendisine cinsel tacizde bulunmuş babası (Rodney Dangerfield), annesi ve hiç geçinemediği küçük kardeşi Kevin ile yaşamaktadır. Bir gün Mickey Knox (Woody Harrelson) isimli bir adam onların evlerine et getirirken, Mallory ile karşılaşır ve ona karşı kendisinde birşeyler hisseder. 

Aynı gün ikili Mallory'nin babasının arabasını çalıp giderler. Bu sebepten Mickey hapse girer fakat oradan kaçar. Kaçınca hemen Mallory'nin yanına gelir. İkili bir anda kendilerini kaybeder.

Mallory babasını ve annesini öldürür fakat kardeşini sağ bırakır. Babasını ve annesini öldüren Mallory kendisinde bir rahatlık hisseder, sanki öldürmek ona kendisini daha iyi hissettirmeyi başarmıştır. Ve sevgilisi Mickey'ye de öyle. Fena halde aşık olan ikili daha sonra ardı arası kesilmeyen cinayetlere başlar. 666 nolu otoparkta öylesine hiç bir öldürme sebepleri olmadan, yoldan geçeni ve kendilerini küçücük bir haksızlık yapanları bile öldürülürler. Ancak öldürdükleri insanların arasında mutlaka bir kişiyi serbest bırakırlar ki, Mickey ile Mallory hikâyesini tüm dünyaya anlatsın.



 Identity

 Kimlik

Filmin Yönetmeni James Mangold
Yapım Yılı 2003


Tür: Gerilim, Gizem, Psikolojik

Ülke ABD Senaryo yazarı Michael Cooney
Yayınlanan Tarih 15 Ağustos 2003
Başrol Oyuncuları 

John Cusack, Amanda Peet, Alfred Molina, Ray Liotta, Clea Duvall, John C. McGinley, Rebecca De Mornay, Pruitt Taylor Vince

 Şiddetli bir fırtına, birbirine yabancı ve sırlarla dolu on insanı, ıssız bir motelde bir araya getirir. İçlerinde bir limuzin şoförü, bir tele kız, bir katili nakleden bir polis, 80′li yılların bir televizyon yıldızı, yeni evli bir çift ve kriz içinde olan bir aile bulunmaktadır. Sığınacak bir yer bulmanın getirdiği rahatlama, yolcuların teker teker ölmeye başlamasıyla yerini korkuya bırakır. Çok geçmeden, yaşamak istiyorlarsa, kendilerini biraraya getiren sırrı çözmekten başka çareleri olmadığını anlayacaklardır…




Dexter
Dexter Morgan, Jeff Lindsay'ın, Darkly Dreaming Dexter (2004), Dearly Devoted Dexter (2005) ve Dexter in the Dark (2007) romanlarındaki kurgusal karakterdir.2006'da, ilk romanı Showtime TV Series tarafından Dexter çekildi.

Dexter, Miami Metro Polis Departmanı için çalışan Adli Tıp Kan Analiz Uzmanıdır. Kendisine ayırdığı zamanlarda ise bir seri katil... Dexter'ın üvey babası Harry, Dexter'ı öldüreceği kişileri sadece katiller arasından, özellikle de yasadan kaçabilmiş olanlardan seçmesi konusunda yönlendirmiştir.

Dexter'ın hikâyesi ilk romanda; çocuk olarak komşularının evcil hayvanlarını öldürerek başladı. Harry onun öldürdüğü hayvanları bulup teşhis eder ve Dexter'ın bir sosyopat, durdurulamaz bir öldürme ihtiyacının olduğunu fark eder. Harry, Dexter'in gidişatını durduramayacağını anlayınca, en azından onu daha doğru bir yola yönlendirmeye çalışır. Harry üvey oğluna dikkatli olmayı, titiz davranmayı ve becerikli bir katil olarak arkasında nasıl hiç ipucu bırakmadan öldürebileceğini gösterir. Dexter'a halk içinde yaşamasını, normal davranmasını, normal tepkiler vermesini ve sahte duyguları öğretir. Ayrıca Harry oğlu Dexter'a öldürmede kullanacağı etik kuralları öğretir ki bu kurallara Dexter, "the Code of Harry" (Harry'nin Kuralı) ismini koyacaktır. Kuralın merkez inancı, sadece kendisi gibi olanları, katilleri öldürmesini söyler. Tabi bu Kural'ın başka kuralları da var. Örnek vermek gerekirse; 1 Numaralı Kural: yasadan kaç ve sakın yakalanma.

Dexter ilk kurbanını 19 yaşındayken elde eder. Harry, hastanede damar tıkanıklığı sebebiyle ölmek üzereyken, Dexter'a bir hemşireyi öldürmesi için izin verir; çünkü bu hemşire hastalara normalden çok fazla morfin vererek onları öldürmektedir.

Dexter'ın hayatında, polis memuru kız kardeşi Debra, kız arkadaşı Rita, Rita'nın iki çocuğu Astor ve Cody bulunmaktadır.

Dexter, onu düşmanı bellemiş Çavuş James Doakes'la kavga ederken, Dexter kendi 1'e 1 dövüşteki ustalığını, yeteneklerini sergiler. Bundan sonra Doakes, Dexter'ın lisedeyken jujitsu dersi aldığını öğrenir. Ayrıca Dexter'ın Tıp Fakültesinde sınıfının birincisi olduğu halde mezun olmadan bunu bırakıp adli tıp uzmanı olduğunuda öğrenir.


"Bana göre bir ceset, canlı bir bedenin taşıyamayacağı bir güzellik ve saygınlık taşır."

John Christie 

Yazımızın başında da ifade ettiğim gibi seri katil teması sinema için adeta bir petrol yatağı gibi verimli bir alandır. Bu yazıya eklenecek onlarca seri katil hikayesi ve çeşitli dönemlerde çekilmiş yüzlerce film olabilirdi.

Sizler için seçtiklerim bunlardı. 
İncelememiz boyunca bir çok seri katil profilinden söz ettik. Bunlardan 8 tanesini detaylı inceledik. Çok sayıda filmden söz ederken 25'e yakın film hakkında daha detaylı bilgi verdik.
 
Bu yazıyı okuduktan ve filmleri izledikten sonra artık bir kaza anında toplanan heyecanlı kalabalığa daha dikkatli bakın. Komşularınız, mahallenin bakkalı, çocuğunuzun öğretmeni, taksici ya da en yakın arkadaşınızın muhasebeci kocası, belki de kuzeniniz....!!

Kim bilir..!!?


Yazı ve Derlemeler: 
OvErUyUz
 Edit: 
 olimposgod
Edit:
theOz



KAYNAK VE ALINTILAR:
wikipedia.org, frmtr.com, felsefehayat.net, hasanyilmaz.net, beyazperde.com, haberler.com, filimadami.com, insanveevren.wordpress.com, uludagsozluk.com, sinemafanatik.com, film.com.tr, sinemalarhd.com, izlebizle.net, baktabul.net, history.howstuffworks.com, serialkillers.blogcu.com, e-psikiyatri.com, kriminoloji.blogspot.com, A’dan Z’ye Seri Katiller Ansiklopedisi, Can Murat DEMİR, uludagsozluk yazarı suzergecer, izlebizleden EsKO, Hasan Yılmaz, Harold Schechter, David Everitt, Nigel Cawthoren
KATKILARINDAN DOLAYI ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ.

NoT :  
İnceleme yazımız zaman içinde güncellemeler sayesinde daha da gelişme gösterecektir. Bu bağlamda eksikler olduğunu düşündüğünüz herhangi konuda ya da bu incelemede olması gerektiğini düşündüğünüz film ya da seri katil profili olursa, eklemeler için bize yazı yollayabilirsiniz. Şimdiden katacağınız zenginlik için teşekkür ederiz..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...