En Son Yayınlananlar:

5 Aralık 2014 Cuma

Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris


Paris'te Son Tango / Ultimate Tango a Parigi / Last Tango in Paris
Yapım: Fransa / İtalya
Yıl: 1972
Tür: Drama, Romantik, Erotik, Kült
Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senaryo: Bernardo Bertolucci, Franco Arcalli
IMDb: 7.2
Oyuncular:
Marlon Brando, Maria Schneider
+18 sahneler içermektedir…


Çağımızın en büyük yönetmenlerinden Bernardo Bertolucci'nin uğruna dört ay hapis cezası aldığı; pek çok ülkede yasaklanmış kült filmi ''Paris'te Son Tango'' gösterime girdiği günden beri hakkında çok tartışılan bir eser..

Yönetmenin anavatanı İtalya' da film yasaklanarak kopyaları imha edilmiş ve vahşi seks sahnelerine yer verdiği gerekçesiyle Bertolucci cezaevine gönderilmiş.


Karakterlerini izleyicinin gözü önünde adım adım büyütmeyi, olgunlaştırmayı seven bir yönetmen Bertolucci. İzleyiciyi biraz mahrem alanlara rontgenci pozisyonunda sokmayı, kısıtlı alanlarda büyük öyküleri görsel bir şölen eşliğinde anlatmayı seviyor. Eserlerinin çoğunda politik bir ırmak; alttan alta, çok da sezdirmeden akıyor. Muhakkak geleneksel ilişkileri, kadını, erkeği, insan doğasını, öğrenilmiş doğruları, aileyi, kiliseyi, dini sorgulatıyor. Seksi de perdeye aktarmaktan hiçbir zaman kaçınmayan İtalyan yönetmenin, kariyerinde ve dünya sinema tarihinde çok önemli bir yeri var. 

Paris'te Son Tango sinemaya seksi bu denli açık şekilde sokan ilk film. Sinema tarihinde ardılları için büyük bir reformist konumunda. İnsan doğasını, aşkı, cinselliği, ırkçılığı, faşizmi sorgulatan çok katmanlı kült bir eser.


Ortayaşlı bir Amerikalı olan taze dul Paul ve yirmisinde su damlası gibi bir Fransız kadını Jeanne kiralık bir daire arayışında, aynı dairede karşılaşırlar. Tanışır tanışmaz boş dairede duygusuz, kaba saba bir sevişme yaşarlar. Paul eşini yeni kaybetmiştir, yastadır aslında; Jeanne' de evlilik hazırlıkları yapmaktadır.

Aralarında sadece sekse dayalı bir ilişki başlar. Birbirlerinin isimlerini bile bilmemektedirler. Hikaye açılıp genişledikçe; olaylar genişlemeye başlar, sürpriz ve şoke edici bir finalle de nihayetlenir.

Normalde yan yana gelmesi mümkün olmayan, tamamen zıt iki insanın arasında geçen ''ilişki'' üzerinden, aşk, seks, faşizm, evlilik, insan doğası, kadının doğası, erkeğin doğası kavramlarına yakından bakma ve üzerinde düşünme fırsatı buluruz.


Marksist bir Amerikalı olan Paul ile Cezayir işgalinde görev yapmış bir albayın kızı olan Jeanne arasındaki ilişki reformist düşünce ile gelenekçi ve baskıcı düşünce arasındaki zıtlıkları da gözümüze sokar. Bertolucci  gizemli, soğuk karakter Paul üzerinden aile, otorite, ilişkiler, evlilik gibi tüm gelenekçi olgulara sert eleştiri okları yağdırır...

Oyunculara baktığımız da, gelmiş geçmiş en büyük aktörlerden olan Marlon Brando; Paul rolune öyle ustaca hayat veriyor ki, ağdalandırmadan, inandırıcılığını yitirmeden dram nasıl aktarılır, tirat nasıl atılır görüyoruz..


Gencecik Maria Schneider kendisine şöhretin kapılarını aralayan bu yapımda, usta oyuncu Brando'ya başarıyla eşlik ediyor.. Filmin gösterime girmesinden çok yıllar sonra, meşhur ''terayağı'' sahnesinden dolayı kendini taciz edilmiş hissettiğini açıklaması ve yönetmenin de bu konudaki pişmanlığını dile getirmesi; filme dair enteresan detaylardan.

Her aşk aslında kapalı devre bir iletişimdir, her ilişkinin içeriğini sadece ve sadece yaşayanlar bilebilir. Her ilişki doğası gereği sabit kalmaz; tarafları da, ilişkinin dinamiği de süreç içerisinde gelişir, erginleşir. Her insan aslında sığınacak güvenli bir korunak arar...

Anne karnında yaşadığımız kapalı alanın güvenliğini küçük birer çocukken masa altlarında, dolap içlerinde minik ''yuva''lar kurarak ararken, birer yetişkin olduğumuzda ilişkilerde ararız...


Peki bulabilir miyiz? İnsan hep aradığı o sıcacık sarmalanma hissini sabit tutabilir mi? Bulduğunda mutlu olabilir mi? Arayışın; o ümitli yolun kendisini mi severiz; yoksa mutlu sonları mı? İnsanlar birbirlerini tanıyabilirler mi? Yoksa ne kadar vakit geçirmiş olurlarsa olsunlar hep birer yabancı olarak mı kalırlar?

Tüm bu sorular üzerine düşünmek için daima biraz vakit vardır. İnsan; kendi uçsuz bucaksız derinlerine inen merdivenlerden bazen bir sinema eseri rehberliğinde inebilir..
Sinemaya ucundan kıyısından birazcık ilgisi olan herkesin bu rehberliği alması, yani bu kült filmi izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Yazı:


Fragman:




Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris
(TürkçeAltyazılı Tek Part Full Hd İzle)



Paris'te Son Tango / Last Tango in Paris
(Türkçe Dublaj Tek Part Full Hd İzle)



4 Aralık 2014 Perşembe

The Dreamers / Düşler, Tutkular ve Suçlar


The Dreamers / Düşler, Tutkular ve Suçlar
Yapım Yılı: 2003
Ülke: Fransa, İngiltere, İtalya
Tür: Drama, Romantik
Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senaryo: Gilbert Adair
IMDb: 7.1
Oyuncular: Micheal Pitt, Eva Green, Louis Garrel

+18 sahneler içermektedir…



Bazı filmler oyunculuğun yükseldiği filmlerdir, bazı filmler senaryonun.. Bazı filmler de, yönetmenin eseridir; geri kalan her şey, güzel de olsa yönetmenin kendine övgüsünün yanında biraz sönük kalır.

Ünlü yönetmen Bernardo Bertolucci'nin '' The Dreamers'' ı da bu filmlerden...
Bertolucci, bireyler üzerinden toplumları ve toplumsal olayları sorgulamayı seven bir yönetmen. Karakterleri muazzam güzellikte fotografik kareler içerisinde resmederken, uzun sorgulamalar yaşayan karakterler...


Gençliğinde sosyalist harekette yer alan İtalyan yönetmenin, devrimin her zaman aşkla kol kola ilerlediği inancına ve kişisel devrimini yapamamış bireylerin toplumsal devrimler yapamayacağı görüşüne sahip biri izlenimi verdiğini söylemekte beis yok sanırım.

Kadın erkek ilişkilerine de devrimsel gözle bakan yönetmen, genelde bizlere toplumun kabul sınırlarını zorlayacak aşk ilişkilerinden bahsetmeyi seviyor. Aşka, cinselliğe ve tutkuya değişik noktalardan bakmamızı ve algımızı sarsmayı başarıyor. Bireylerin erginleşmesi, olgunlaşması ve bunu yaparken yaşadıkları sorgulamalar sevdiği konular... 

İncelikli prodüksiyon tasarımcılığı, muazzam kareleri ile Bertolucci filmleri görselliğin ihtişamla kullanıldığı eserler. Cinsellik sosunu erotizm boyutunda kullanmayı seven Bertolucci'nin ''The Dreamers''i de, tam bir Bertolucci filmi. Erotizmin sinemaya en güzel yansımalarından ''Paris'te Son Tango'' nun yönetmeni, yine Paris'te ve cinsel gerilimi üst düzey anlattığı bir esere imza atmış..


1968 baharında, Fransa'da, bütün dünyayı etkileyecek öğrenci hareketlerinin fitili yavaştan yakılırken; Matthew adında Amerikalı bir öğrenci Paris'e gelir. Entelektüel merakları ve sinema sevgisinden dolayı Paris'in sosyalist öğrencilerinin toplanma merkezi olan Sinamatek'e sık sık gitmeye başlar. Burada birbirlerine aşırı derecede bağlı ikiz kardeşler İsabelle ve Theo ile tanışır.
İsabelle ve Theo'nun ebeveynlerinin uzun bir tatile gitmesiyle beraber Matthew, kardeşlerin yanına taşınır. Üç genci birleştiren en önemli nokta sinemaya duydukları aşktır. Bütün dünyayı saran özgürlük hareketini,sanatı, aşkı, cinselliği, politikayı ve büyüme sancılarını beraber sorgularlar.
İki kardeşin olağan olmayan yakınlığı ve bir yabancıyı ilişkilerine dahil ediş şekilleri, fonda 68 öğrenci hareketi ağır aksak işlenirken ele alınır..


Yönetmen, sevdiği biçimde  film boyunca tabularımızla oynuyor. İki kardeşin ilişkisinin ''ensest'' olup olmadığı konusunda derin derin düşünüyoruz.
Üç arkadaşın cinsellik içeren oyunları oldukça açık şekilde gösteriliyor bizlere. Bazı eleştirmenlerden ''erotik değil, pornografik bir film '' yorumu almış da olsa, katılmadığım bir görüş bu.

Film boyunca sinema tarihinin kült filmlerinden sahne alıntıları yapan Bertolucci,  üstadlara saygı duruşunda bulunuyor. Bu geçişlerin filmin cinsellik içeren sahnelerinden daha etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Sokaktaki isyan biraz eksik ve fon rengi gibi kalmış olsa da, yönetmenin amacına uygun dozda kullanılmış. Soundtrack; Jimi Hendrix'ten The Doors'a aşık olduğumuz şarkılara yer veriyor ve çok etkileyici.


Eve Green bence muhteşem güzellikte ve filmin görsel büyüsüne hatrı yadsınamaz bir katkıda bulunuyor.
Haziran 2013'ünü İstanbul'da yaşamış olanların filmden ayrı bir lezzet alacağını da söyleyebilirim ayrıca.

Ezcümle, ''The Dreamers'' muhakkak izlenmesi gereken bir film. Gündelik hayattan kopup 68' kuşağından üç genci cinsel devrimlerini yaparken gözlemlemek; topluma, toplumun dayattığı ahlaki kurallara, aşka ve sekse alışık olmadığımız yerlerden bakmak için birebir...

Yazı: 


Fragman

The Dreamers/ Düşler, Tutkular ve Suçlar
(Türkçe Dublaj Tek Part Full Hd İzle)

The Dreamers/ Düşler, Tutkular ve Suçlar
(Türkçe Altyazılı Full Hd İzle)
Part I

Part II

3 Aralık 2014 Çarşamba

Amores Perros / Paramparça Aşklar Köpekler



Amores Perros / Love's a Bitch / 
Aşk Kancıktır / Paramparça Aşklar Köpekler
Filmin Orijinal Adı : Amores Perros
Yapımı : Meksika - 2000
Süre: 154 dakika
Tür: Dram, Gerilim, Psikolojik, Suç
IMDb: 8.1
Yönetmeni : Alejandro Gonzáles Iñáritu
Oyuncular: 
Gael García Bernal, Emilio Echevarría, Goya Toledo, 
Álvaro Guerrero, Vanessa Bauche
Dikkat: Bu yazı film hakkında detaylı bilgi içermektedir.




Büyük şehirlerde yaşayan insanlar olarak yanımızdan akıp geçen milyonlarca insanı görmüyoruz bile.Öylece yanımızdan geçip gidiyorlar. Her biri görüntü ve sesten ibaretler. Oysaki her bir insanın kendine has bir yaşam öyküsü, aşkları, suçlulukları, acıları var. 

Bir kaza anı düşünün; varoşlardan işsiz bir genç çocuk, orta sınıf bir magazinci ve yarı deli bir eski koministi bir an bu akışın içinde birbirine çarpsın. İşte Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filmi, Güney Amerikanın problemli sosyo-ekonomik yapısında, farklı noktalarda bulunan kişileri, üç hikaye ve bir kazada kesiştirerek birleştiriyor.



Octavio, sorunlar yaşadığı ağabeyinin karısına aşık olarak köpek dövüştürmeye başlamıştır ve kazandığı parayla kaçma planları yapmaktadır. Senaryo ağlarını örüp kesişme noktası olan kazaya geldiğinde, karısını ve kızlarını terk ederek aşık olduğu manken sevgilisi ile yeni bir hayata başlamak üzere olan 42 yaşındaki Daniel'i de vurur. Sevgilisi kazaya karışmıştır. 
O sırada kaza yerinde bir kişi daha bulunmaktadır; El Chivo. Yıllar önce kominist bir gerilla olmak amacıyla kızını ve karısını terk eden El Chivo, uzun süre hapis yattıktan sonra artık bir sürü köpekle birlikte sokaklarda yaşar vaziyettedir ve para için cinayet işlemektedir. Kazada Octavio Daniel'in sevgilisine çarpar ve El Chivo Octavio'nun yaralanan köpeğini tedavi etmek için alır...


Kaza öncesinde de adeta ağır bir kaza geçirmişcesine çalkalanan bu problemli insan kalabalığı, kaza sonrası da çeşitli travmalar yaşamaya devam edecek ve film akıp gidecektir...

Gelelim filmin yönetmeni ve bazı teknik detaylarına, Quentin Tarantino'dan etkilendiği sıkca söylenen Alejandro Gonzales Iñaritu’nun ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen bence yapım tamamen yönetmenin kendine has tarzını yansıtmaktadır. Her suç ve şiddet içeriğine Tarantinosal etkilenme olarak bakmadığımız taktirde Alejandro Gonzales Iñaritu’nun suç ve şiddetten ziyade insani ögeleri göstermeyi sevdiğini açıkça görebiliriz.



Senaryonun işlenişinde ise doğrusal zaman akışına baktığımızda, geriye dönüşler ve ileri sıçrayışların da yer aldığını görmekteyiz. Ayrıca bir öykünün anlatımı sırasında diğer öykülerden kesitler de sunulmakta. Film bu bağlamda teknik olarak kurgusal bir başarının da sahibidir, adeta Alejandro Gonzales Inarritu'nun ileride uzmanı olacağı "kesişen hayatlar" temasının ve yönetmenin bazıları bizim yazarlarımız tarafından da yazılan, türün önde gelen yapıtlarından olacak "21 Gram", "Babil" ve "Biutiful" filmlerinin habercisi niteliğindedir.



Filmde kamera çoğunlukla göz hizasında kullanılmış ve sık sık odak kaydırma tekniğine başvurulmuştur. Bir kesişme hikayesi olan senaryoya rağmen, yönetmen adeta seyirciyi uyarmak istercesine, üç hikayenin de çekim teknikleriyle biraz biraz oynayarak, birbirinden farklı hikayeler izlenildiğini hatırlatmak istemiş gibidir. 

Senaryo, sinematografi ve kurgu konusunda elinin çok güçlü olduğuna inandığım bu yapım, 2001 yılında "En İyi Yabancı Film" dalında Oscar'a aday gösterildi ama kazanamadı. Fakat Alejandro González Iñárritu beklediği ödüle 6 yıl sonra 2006'da bana göre Oscar'dan daha prestijli olan Cannes Film Festivali'nde Babil filmi ile kavuştu; En iyi yönetmen ödülünü aldı.



Ekşi Sözlük yazarlarından Revani, Alejandro Gonzáles Iñáritu hakkında şöyle yazmış;
"Alejandro Gonzáles Iñáritu acının dilinin sinemanın diline evrilebilirliği noktasında oldukça başarılı bir yönetmendir. Şiddet olgusu Quentin Tarantino ve Martin Scorsese gibi yönetmenlerde nasıl bir üslup haline gelmişse, Inarritu’da da dram ve acı, üslubu oluşturan en başat unsurlardandır. Filmlerini izlemiş olanlar Inarritu sinemasına bu noktadan baktıklarında göreceklerdir ki, Inarritu’nun filmleri acının ete kemiğe bürünmüş halidir.'' 
ve daha fazla söze gerek kalmamış...


Yazı ve Düzenleme:

Alıntı ve Kaynaklar: wikipedia, ekşisözlük, Revani'ye teşekkür ederiz.


Fragman:


Amores Perros / Paramparça Aşklar Köpekler
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full Hd izle)

Amores Perros / Paramparça Aşklar Köpekler
(Türkçe Altyazılı Full Hd izle)
Part I
Part II

30 Kasım 2014 Pazar

Oldboy / İhtiyar Delikanlı



Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
Yönetmen: Chan- Wook Park
Senaryo: Garon Tsuchiya, Nobuaki Minegishi, Chan- Wook Park, Chun Hyeong Lim, Jo -Yun Hwang
Yapım Yılı: 2003
Ülke: Kore
Tür, Drama, Mistik,Gerilim, Kült
IMDb: 8.4
Oyuncular: Min-sik Choi, Ji-tae Yu, Hye-jeong Kang
 +18 sahneler içermektedir…




Eskilerden, tekrar tekrar izlenebilen, aşırı rahatsız edici, ironiktir; bir o kadar da muazzam bir filmden bahsetmek istiyorum size:
Oldeuboi /Oldboy

2004 yılında Cannes Film Festivali'nde Jüri özel ödülü alan bu film, gerçekten hassas bünyeler için sarsıcı olabilir.
IMDb top 250'de 70. sırada yer alan uzak doğu sinemasının bu  kült eserini izlememek bir kayıp, izlemekse ciddi bir tokat yemeye hazırlanmakla eşdeğer.


Filmin açılışında, kahramanımız Oh Dae Su ile bir karakolda sarhoş vaziyette iken tanışıyoruz. Kendisini gördüğümüz ilk anlarda, ileri derecede sarhoş oluşuna ve karakoldakilere kızına aldığı doğum günü hediyesini neşeyle gösterişine şahit oluyoruz.
Adının anlamının ''insanlarla iyi geçinen'' olduğunu söylüyor ve ortalığı birbirine katıyor. Arkadaşı tarafından karakoldan kurtarıldıktan sonra yaptığı ilk iş, bir telefon kulübesinden o gün doğum günü olan küçük kızını arayıp kutlamak ve birazdan hediyesi ile birlikte evde olacağını müjdelemek oluyor.
Ancak, ne yazık ki bu sözünü tutması mümkün olmuyor.


Kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Oh Dae Su'yu bir daha görebildiğimizde, 15 yıl boyunca tutsak edileceği odada neler olduğunu anlamaya çalışıyor.

Kahramanımız da bizler gibi, orada neden alıkonulduğunu, bunun ne kadar süreceğini bilemiyor.. Gazlarla uyutuluyor, yemeği veriliyor, odası temizleniyor..
Ama o, neden tutsak olduğunu bilmiyor!
Onu kimin orada tuttuğunu bilmiyor!
Bir yıl geçtiğinde; odasındaki televizyondan karısının korkunç bir cinayete kurban gittiğini ve kendisinin de en büyük şüpheli olduğunu öğreniyor...
Cinayeti onu tutsak edenlerin işlediğine kanaat getirdiğinden, intikam yemini ediyor.
Çıplak yumruklarıyla duvarları döverek idman yapan Oh Dae Su; fiziken oldukça güçleniyor.

15 yıl sonra bir gün aniden serbest kalıyor. Bir hipnoz uzmanı tarafından hipnotize edildikten sonra; kendisini tutsak edenler, aniden bırakıveriyorlar esirlerini...


Öykünün bundan sonraki kısmını anlatmak uygun düşmez, zaten asıl hikaye burada başlıyor.
İnce ince işlenmiş bir intikam hikayesi, hatta dinlediğim en sert intikam hikayesi diyebilirim.

İzleyici olarak ağır bir psikolojik şiddete maruz kalıyoruz aslında..
Ağır sahneler tahammül eşiğimizi zorluyor.
Hikayenin tahmin edilemeyen sonuna doğru ilerlerken sinirlerimiz bol bol geriliyor.
Pür kötülüğün, hain planların, oynanan oyunların ve harcanan emeğin büyüklüğünden başımız dönüyor.
Kahramanların acıları o kadar gerçek yansıtılıyor ki, yüzümüz gözümüz buruşmadan, midemiz büzüşmeden ekran karşısında oturmakta zorlanıyoruz..


''İntikam'', ''ceza'', ''aşk'' kavramlarına yeniden bakıyoruz,
Belki de hayatımız boyunca bakmayı akıl dahi edemeyeceğimiz yerlerden bakıyoruz..
Şu an hatırlamadığımız birilerinin hayatında ne büyük izler bırakmış olabileceğimizi ve bundan bihaber yaşadığımızı düşünüyoruz.
Bugün hiç hatırlamadığımız birilerinin yaşam çizgilerinde önemli bir kırılmayız belki de..
Çok kızdığımız bir insana acıya bileceğimiz, onun acısıyla empati yapabileceğimiz gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz.


Hayatta anlayamaya bileceğimiz şeylerin de olduğunu fark ediyor;
insan doğasının, aşkın ve cinselliğin uzanabileceği uç noktaları düşünerek ürperiyoruz.
Bizlere iğrenç ve kabul edilemez gelen her şeyin;
ensestin, bir ahtapotu çiğ çiğ yemenin, insanlara ağır şiddet uygulamanın bir yerlerde birileri tarafından yaşanageldiğini idrak edip aklımızın sınırlarında geziniyoruz.

Aklımda kalan en vurucu cümle; '' Bir hayvandan daha aşağıda bile olsam, benim de yaşamaya hakkım yok mu? ''

Yazı:
Aurea Lux



Fragman:



Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
(Türkçe Altyazılı Tek Parça Full Hd İzle)
Oldeuboi / Oldboy/ İhtiyar Delikanlı
(Türkçe Dublaj Tek Parça Full Hd İzle)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...